Türk Dış Politikasındaki Normalleşmeleri Tasniflemek

Özellikle Arap Baharı süreciyle birlikte bölgesel güçlerle zıt pozisyonlarda konumlanmaya başlayan Türkiye, uzun yıllar boyunca söz konusu pozisyonunu korudu. Arap Baharı’nın taşıdığı demokratikleşme rüzgarlarını sahiplenerek, bölgedeki monarşik ve otokratik rejimlerin tepkisini çekti. Ayrıca İsrail gibi görece demokratik standartlara sahip bir ülkeyle de bir süredir yaşanan krizli atmosfere ek olarak, Arap Baharı sürecinin ürettiği çıktılar itibariyle ulusal çıkarları aşamasında ayrışmalar yaşadı. Böyle olunca da Doğu Akdeniz’in güney kıyıları ve Arap yarımadası devletleriyle ilişkileri olabildiğince kötüleşti. Söz konusu bölgesel yalnızlaşma, “değerli yalnızlık” tanımlamasıyla dönemsel olarak övünülebilecek bir olgu olarak öne çıkartılsa da son kertede yaşanan diplomatik tıkanmışlık, askeri başarıları dahi gölgeler ve tehlikeye atar bir nitelik sunmaya başladı. Pek çok sebebin ortaya çıkardığı yeni konjonktürde Türkiye, dış politikasını gözden geçirmek durumunda kaldı.

Uluslararası
İlişkilerde normalleşme, devletlerin daha ziyade diplomatik ilişkilerindeki
statüyü imleyen bir kavram olarak kullanılmaktadır. “Diplomatik
normalleşme” olarak da anılabilecek olan kavram çerçevesinde devletler,
normalleşme evresine kadar ilişkilerinin ya hiç olmadığı ya da kötü seyrettiği
devletlerle yeni bir sayfa açmayı hedeflerler. Meşhur örneklerinden birisi
olarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD)-Çin normalleşmesi (1972)
düşünüldüğünde, iki ülkenin karşılıklı olarak de jure bir diplomatik tanıma pratiğine girişmeleri de diplomatik
normalleşme olarak anılabilir.
Bir başka boyutuyla diplomatik normalleşme, ilgili devletler arasındaki çeşitli
gerilimler sebebiyle düşük tutulan karşılıklı temsil düzeylerinin büyükelçi
seviyesine kadar varacak bir spektrumda yükseltilmesi olarak da görülebilir.
Kısacası diplomatik normalleşme, ilgili devletlerin ikili ilişkilerinde yeni
bir sayfa açmaya ihtiyaç duyduklarına işaret eder ve ilişkilerdeki sorunlu
alanların tümünü kapsamasa ve herhangi bir nihai çözüme kavuşturmasa dahi makul
bir diyalog zeminini kurmaya yarar.

Bu
çerçevede bir süredir Türk dış politikasında yaşanan normalleşme dalgası, ikili
ilişkilerde sorun yaşanan hemen her ülkeyi kapsar bir minvalde ilerliyor.
Elbette ki başta bölgesel yalnızlaşma, bu yalnızlaşmaya paralel biçimde
belirginleşen dış politikanın askerileşmesi, bu hamlelerin getirdiği ekonomik
yük ve nihai olarak da ABD’nin temsil ettiği hakim/hegemonik gücün
tercihlerindeki farklılaşma, Türk dış politikasında yeniden kalibrasyon yapma
ihtiyacını ortaya çıkardı. Kuşkusuz bu süreçlerin zeminini, nihai olarak,
ABD’deki başkanlık seçimleri ve bu seçimler sonucunda Biden yönetiminin
iktidara gelmesi oluşturuyor. Sebeplerine fazlaca değinmeden, ekseriyetle
yaslandıkları gerekçeler açısından ayrışan bir görünüm sunan söz konusu
normalleşme süreçlerini belirgin bir biçimde tasnif etmek gerekiyor. Bu
sebeple, Ermenistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ve İsrail ile yaşanan
normalleşme süreçleri bu yazı çerçevesinde mercek altına alınmaktadır.  

Ermenistan’la Normalleşme

Türkiye-Ermenistan
ilişkilerindeki normalleşme süreci, temelinde İkinci Dağlık Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan’ın
ezici bir üstünlük sağlamasıyla mümkün oldu. Türkiye-Azerbaycan ilişkilerinin
boyutları ve özellikle de Silahlı İnsansız Hava Araçlarının (SİHA) Azerbaycan
ordusuna tedarikiyle
birlikte Ermeni kuvvetleri ekseriyetle çaresiz kaldılar ve nihayetinde Dağlık
Karabağ’ın kilit mevkilerinden püskürtüldüler. Fakat Türkiye hemen sonrasında
ilk iş olarak Ermenistan tarafına koşulsuz barış görüşmelerine dair
tekliflerini dile getirmeye başladı.
Türkiye bu hamleleriyle, hem ikili ilişkilerin gelişmesi hem Ermenistan’ın
bölgesel entegrasyonu hem de Güney Kafkasya’da etkinliğini arttırabilmek için oluşan
fırsatı değerlendirdi.

Bu
normalleşme sürecini diğerlerinden farklı kılan en belirgin nitelik, rakibe
(Ermenistan) karşı üstünlük sağlanarak, söz konusu üstünlüğe dayalı yeni bir status quo oluşturulmasında yatmaktadır.
Bir diğer ifadeyle, Türkiye-Ermenistan normalleşmesi, aslında güç politikasının
bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Uzun yıllar işgal altında tuttuğu Dağlık
Karabağ bölgesinden çekilmesine sebep olan askeri mağlubiyetin boyutları,
Ermenistan’ın dış politikasında gerçeklerle yüzleşmesini sağlamıştır. Bu
gerçekçi bakış, Ermenistan’ın Türkiye’nin sunduğu normalleşme tekliflerine
sıcak bakmasını da kolaylaştırmıştır. Ayrıca zaten Türkiye-Ermenistan
ilişkilerinin kötüleşmesinin temelinde de Ermenistan’ın Dağlık Karabağ işgali
bulunmaktaydı. Bu işgal ortadan kalkınca ilişkileri normal seyrinde devam
ettirmenin önünde de herhangi bir engel kalmamış oldu.

BAE Normalleşmesi

Türkiye-BAE
normalleşmesinin temelinde, Türkiye’nin Arap yarımadasındaki devletlerle
yaşadığı gerilimleri azaltmak istemesinin yanında, içerisinde bulunduğu
ekonomik darboğazı aşabilmek adına girişimde bulunması yatmaktadır. Buna göre
BAE, Veliaht Prens Zayed’in ağzından 10 milyar dolarlık yatırım sözü vermiş bulunuyor.
Ayrıca iki ülke arasında swap anlaşması da yapılarak,
Türk ekonomisindekidöviz
sıkışıklıklarını aşabilecek bir yöntem devreye sokulmuş görünüyor.

Geçtiğimiz
günlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BAE’ye yaptığı ziyaret, ev sahibi devletin
gösterdiği aşırı ihtimam ve bu ziyaret kapsamında imzalanan çeşitli anlaşmalar,
BAE yönetiminin de ikili ilişkilerin normalleşmesine fazlasıyla taraftar
olduğuna yönelik güçlü bir algı oluşturmuştur. Her ne kadar bu ziyaret
esnasında imzalanan anlaşmaların içeriği oldukça yumuşak başlıklar içerse de
iki devlet, diyalog zeminini güçlendirmeyi ve özellikle ekonomi sahasında
çeşitli yatırımları hedeflemektedirler.

Yakın
tarihlere kadar başını BAE’nin çektiği Arap muhalefetiyle başta Suriye, Libya
ve Katar krizlerinde kesişen ve zıt kutupları temsil eden Türk dış politikası,
özellikle ekonomik darboğazın tetiklemesiyle, bölgesel gerilimleri
sürdürebilecek ekonomik kaynaklardan mahrum olduğunu bu normalleşme hamlesiyle kabullenmiş
görünmektedir. Kısacası Türkiye-BAE ilişkilerinin normalleşmesi, öncelikle
ekonomik ihtiyaçlarla açıklanabilecek bir normalleşme süreci olarak değerlendirilebilir.

Ayrıca
BAE ile normalleşmenin ekonomik kaygılarla şekillenmesinin de ötesinde farklı
anlamları da mevcuttur. Hem Arap yarımadası devletleriyle normalleşmenin kapısı
böylece aralanmış oluyor hem de BAE-İsrail ilişkilerinin kısa bir süre
içerisinde oldukça yoğun bir gelişim göstermesi göz önünde bulundurulursa
Türkiye, İsrail ile yaşadığı normalleşme sürecini de BAE üzerinden
kolaylaştırmak istiyor. Bütün bu bağlamlar göz önünde bulundurulduğunda,
Ortadoğu’daki normalleşme süreçlerinde BAE ile yaşanan normalleşme sürecinin
kilit bir role sahip olduğunu söyleyebilmek mümkün.

İsrail Normalleşmesi

Yazının
girişinde de belirtildiği gibi belki de Amerikan yönetimindeki değişimin en
direkt olarak etkilediği gelişme, Türkiye’nin İsrail ile normalleşme çabaları
olmuştur. Biden yönetiminin seçim sürecinde vaat ettiği politik tutum ve
devamındaki girişimler, Türk yönetiminde ciddi rahatsızlıklar doğurmuştu.
Ermeni “Soykırımı”nın kabulü, F-35 programından çıkartılma, ABD’nin Hasımlarına
Yaptırımlarla Karşılık Verme Yasası (CAATSA) yaptırımlarına maruz kalma,
Yunanistan’ı silahlandırma vb. girişimler, Türkiye’nin ulusal çıkarları
açısından oldukça sorunlu bir süreci işaret ediyordu. Türk-Amerikan
ilişkilerinin daha da kötüleşeceği belirginleştiğinde Türk tarafı, Biden
yönetimine ön alıcı bir takım hamlelerde bulunabilmek adına, İsrail ile
normalleşme hamlesine girişti. İlk olarak Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dile
getirmesiyle birlikte, Biden yönetiminin seçildiği sıralarda İsrail ile
normalleşme sürecine girilmiş oldu.

Nitekim,
Türkiye-İsrail normalleşmesinin başlangıç tarihi esas alındığında,
Türk tarafının asıl hedefinin Amerikan yönetiminden kaynaklanabilecek
olumsuzlukların önünü alma kaygısı olduğu anlaşılabilir. Tıpkı 1990’lı yıllarda
olduğu gibi, İsrail ile iyi ilişkilerin Amerikan yönetimleri nezdinde olumlu
tesirler bırakacağı hesap edilmiş olmalıdır. Ayrıca Yahudi lobisinin Amerikan
yönetimi nezdindeki belirleyici gücü, yukarıda anılan çeşitli aksiyonları
önleyebilmek adına da elde edilmesini elzem kılıyordu. Fakat kısa süre içerisinde
söz konusu normalleşme hamlesinde herhangi bir başarı sağlanamadı.
Cumhurbaşkanları nezdinde sağlanan temas, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog’un
temsili yetkilerle donatılmış olması hasebiyle, somut bir sonuca ulaşmadı.
Fakat taşıdığı sembolik önem, kuşkusuz Türkiye-İsrail normalleşmesinin yolunu
hazırladı. Ayrıca iki liderin temaslarına paralel biçimde, çeşitli düzeylerde
görüşmelerin sürdürüldüğü de not edilmelidir

Özellikle
de yine Amerikan kaynaklı bir gelişme, iki ülke arasındaki normalleşme sürecine
ivme kazandırmışa benziyor. İsrail-Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY)
doğalgazının denizin altına inşa edilecek boru hattıyla Yunanistan’a
taşınmasını ifade eden Doğu Akdeniz Gaz Boru Hattı (EastMed) projesi,
Amerikan yönetimi nezdinde gerçekçi bir projelendirmeye sahip olmadığı,
ekonomik verimliliğinin düşüklüğü ve nihayetinde desteklenmeyeceği ilan
edilince akamete uğradı. Böylece bir süredir İsrail gazının Türkiye üzerinden
taşınmasının fizibilitesini vurgulayan Türk tezleri öne çıkmış oldu. Geçtiğimiz
ay içerisinde iki ülke dışişleri bakanları arasında yapılan telefon görüşmesi,
söz konusu sürecin hız kazandığını göstermesi açısından önemlidir.

Bu
noktada belirtilmelidir ki İsrail normalleşmesi yine Türkiye’nin ısrarlı
girişimleriyle ağır aksak ilerleyen bir görünüme sahiptir. Temelinde, İsrail’in
sahip olduğu doğalgazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya transferi öne çıkıyor
görünse de özellikle Amerikan yönetimiyle iletişimi güçlendirme kaygısının
başat role sahip olduğu söylenebilir. Fakat İsrail’in özellikle Yunanistan-GKRY
ile sahip olduğu askeri ilişkilerin boyutları, Türkiye-İsrail normalleşmesinin
de sınırlarını belirleyecek bir niteliğe sahiptir.

Sonuç

Yukarıda
üç örnekle açıklanmaya ve tasnif edilmeye çalışılan Türk dış politikasındaki normalleşme
rüzgarı, beraberinde yeni bir kavramı da dolaşıma sokmuş görünüyor.
“Sorunsuz Çember” olarak ifade edilen alan, yeni dönemde Türkiye’nin
komşuları ve yakın çevresiyle ilişkilerine bakışını kavramsallaştırma çabasının
sonucu olarak anlaşılabilir.
Söz konusu kavramın, 2000’li yılların ilk yarısında uygulamaya konulan “Komşularla
Sıfır Sorun” politikasıyla yaslandıkları zemin itibariyle iki yapısal konu
başlığında benzeşmekte oldukları gözlemlenebilir: Ekonomik sorunlar ve Amerikan
yönetiminin politika tercihlerindeki değişim.

“Sorunsuz
Çember” olarak isimlendirilen söz konusu kavram, dış politikada yaşanan
sıkışmışlıkları ve döngüselleşen krizleri kısa ve orta vadede sönümleyerek, iç
politikada ekonomik darboğaz başta olmak üzere yaşanan sorunlara yönelmeyi ve ülkenin
enerjisini buralara kanalize etmeyi planlamaktadır. Bu çerçevede
düşünüldüğünde, 2001 ekonomik krizinin akabinde uygulamaya konulan
“Komşularla Sıfır Sorun” politikası, bu açıdan “Sorunsuz Çember”
kavramının selefi olarak algılanabilir. Ayrıca bir diğer benzerlik de Amerikan
politikalarında yaşanan değişimdir. 11 Eylül 2001 saldırıları akabinde Bush
doktriniyle birlikte tek taraflı ve sert güç opsiyonlarının devreye sokulduğu bir
hegemonya mücadelesine tutuşan ve özellikle Türkiye’nin yakın çevresinde etkinlik
gösteren Amerikan yönetimi, bugün de belirgin politika değişimleri yaşamakta,
dikkatini Ortadoğu’dan ziyade Asya-Pasifik’e kaydırmakta ve böylece bölge
ülkelerini politikalarını yeniden kalibre etmeye zorlamaktadır. Bu bağlamda, “Komşularla
Sıfır Sorun” ve “Sorunsuz Çember” isimli her iki kavramın
doğduğu koşullara bakıldığında, yapısal kırılmalara tekabül ettikleri de
gözlemlenebilir.

Bu
çerçevede Türk dış politikasında yaşanan normalleşmeler ise her ne kadar aynı
isimlendirme çatısı altında toplanıyor olsalar da farklı sebep-sonuç
ilişkileriyle hayata geçirilmiş görünmektedirler. Ermenistan ile yaşanan
normalleşme, Türkiye’nin İkinci Dağlık Karabağ Savaşı’ndaki belirleyici rolü ve
Ermenistan’ın mutlak yenilgisi sebebiyle bir tür güç politikasına; BAE ile
yaşanan normalleşme süreci öncelikle Türk ekonomisinde yaşanan darboğaza ve bu
darboğazı Arap sermayesiyle aşma çabalarına ve İsrail normalleşmesi de yeni
Amerikan yönetimiyle ikili ilişkileri rayına oturtabilmek amacına yaslanmaktadır.
Bu yazının temel amacı olarak söz konusu normalleşmelerin tasniflenmesi, bir
çeşit kavrayış kolaylığı sağlaması ve her bir vak’anın anlamlandırılması
noktasında önem taşımaktadır.

Ceyhun Çiçekçi

Ceyhun Çiçekçi, Dr., Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi

Lisans, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Uluslararası İlişkiler alanında tamamlayan Dr. Ceyhun Çiçekçi, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Erdek Meslek Yüksekokulu Yönetim ve Organizasyon Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak akademik hayatına devam etmektedir. Öncesinde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi BİİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi ve Tel Aviv Üniversitesi Moshe Dayan Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak çalışmıştır. Ulusal ve uluslararası düşünce kuruluşlarında konuşmacı/yazar/danışman olarak görev almıştır. Ayrıca ulusal ve uluslararası medyada makale ve röportajları yayınlanmıştır. Biri editöryal olmak üzere dört adet kitabın yazarıdır. Araştırma alanları; Uluslararası İlişkiler Teorileri, Güvenlik Çalışmaları, Ortadoğu ve İsrail siyasetini kapsamaktadır. Lisans, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını Uluslararası İlişkiler alanında tamamlayan Dr. Ceyhun Çiçekçi, Bandırma Onyedi Eylül Üniversitesi Erdek Meslek Yüksekokulu Yönetim ve Organizasyon Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak akademik hayatına devam etmektedir. Öncesinde Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi BİİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde araştırma görevlisi ve Tel Aviv Üniversitesi Moshe Dayan Ortadoğu ve Afrika Çalışmaları Merkezi’nde misafir araştırmacı olarak çalışmıştır. Ulusal ve uluslararası düşünce kuruluşlarında konuşmacı/yazar/danışman olarak görev almıştır. Ayrıca ulusal ve uluslararası medyada makale ve röportajları yayınlanmıştır. Biri editöryal olmak üzere dört adet kitabın yazarıdır. Araştırma alanları; Uluslararası İlişkiler Teorileri, Güvenlik Çalışmaları, Ortadoğu ve İsrail siyasetini kapsamaktadır.

Bu yazıya atıf için: Ceyhun Çiçekçi, ‘Türk Dış Politikasındaki Normalleşmeleri Tasniflemek’, Panorama, Çevrimiçi Yayın, 21 Şubat 2021, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/02/14/tdp-normallesmeleri-tasniflemek/


Telif@UIKPanorama. Bu yazının tüm çevrimiçi ve basılı telif hakları Panorama dergisine aittir. Yazıda yer verilen görüşler yazarına/yazarlarına aittir. UİK Derneğini, Panorama Yayın Kurulunu, dergi editörlerini ve diğer yazarları bağlamaz.