Türkiye Alternatif Sistemler Rekabetinde Nasıl Konumlanmalı? – Tarık Oğuzlu



Uluslararası siyasetin
değişen dinamikleri çerçevesinde Türkiye’nin takip etmesi gereken büyük stratejinin ne olması
gerektiği hiç bu kadar önemli olmamıştı. Orta ölçekli bir ülke olarak Türkiye
kendi yakın bölgesindeki gelişmeleri etkileyebilme kapasitesine sahip olsa da
küresel ölçekte yaşanan gelişmelerden doğrudan etkileniyor. Son yıllarda Amerika
Birleşik Devletleri ile Çin Halk Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu arasında
yaşanmakta olan yeni Soğuk Savaş iklimi, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu
birçok ülkeyi zorlamaya başladı.

1945 sonrasında gelişen
liberal dünya düzenin temel kurucu ve koruyucu ülkesi olan Amerika Birleşik
Devletleri günümüz dünyasında eskiden olduğu kadar güçlü değil. Batı dışı
aktörler ise güç kapasitelerindeki artışa paralel olarak dünya yönetiminde daha
fazla söz sahibi olmaya çalışıyorlar. Bu aktörler arasında Çin Halk Cumhuriyeti
ile Rusya en başta geliyor. Liberal dünya düzenine entegrasyon üzerinden
dünyaya açılan Çin bugünkü konumunu bu sistem içinde elde etti. Dolayısıyla oyunun
kurallarının yenilen belirlenmesinde etkili olmak şartıyla mevcut düzenin
gözden geçirilip güncellenmesi Çin’in en önemli önceliği. Buna mukabil Rusya,
kendisinin büyük bir güç olarak kabul edildiği çok kutuplu bir düzene geçilmesi
gerektiğini söylüyor. Çin’in oyun kurma kapasitesi dikkate alındığında Rusya’nın
başkalarının oyunlarını bozmaya çalışan küresel bir haydut devlete dönüşmesi
dikkat çekici.

Bu iki ülke karşısında
altındaki zeminin gittikçe sallanmaya başladığını hisseden Amerika Birleşik
Devletleri, uluslararası siyasetteki başat konumunu devam ettirebilmek için
büyük güçler arasında yaşanacak ideolojik, normatif ve jeopolitik bir soğuk
savaştan rahatsız değilmiş gibi davranıyor. Dünya siyasetinin ideolojik ve jeopolitik
fay hatları üzerinden keskin kutuplara ayrılması ve Amerika Birleşik Devletleri
ile Çin’in birbiriyle mücadele halinde olan iki ayrı kutbun doğan liderleri
olarak kabul edilmeleri Amerika Birleşik Devletleri’nin küresel stratejisiyle uyumlu
gözüküyor.

1945 ile 1990 yılları
arasında yaşanan Soğuk Savaş ortamında birbiriyle rekabet eden iki blokun dışında
kalan ülkeler dünya siyasetinin şekillenmesinde bütün arzu ve çabalarına rağmen
çok etkili olamamışlardı. Halbuki, günümüz dünyasında aralarında Türkiye’nin de
bulunduğu birçok orta ölçekli ülkeyle az gelişmiş ve kalkınmakta olan ülke gün geçtikçe
daha yakıcı ve yıkıcı olmaya başlayan bu yeni soğuk savaş ikliminden rahatsızlar.
Demokrasiler ile otokrasiler oluşan ayrım çerçevesinde ortaya çıkan bu yeni
kutuplaşma ortamında birçok ülke gerginliğin dışında kalmaya çalışıyor. Mümkün
olabildiğince fazla sayıda ülkeyle pragmatik ve faydacı ilişkiler geliştirmeye
çalışmak günümüzde birçok ülkenin temel arzusu. Taraf tutmadan çok boyutlu ve
çok taraflı dış politika izleyebilmek birçok ülke için çok değerli. Türkiye de
bunlardan birisi. Tarihsel, siyasi, ekonomik, toplumsal, stratejik ve kurumsal
anlamda Batı dünyasıyla kurmuş olduğu ilişkiler ne kadar derin ve köklü olsa da
Türkiye dünya siyasetinde her geçen gün daha görünür ve etkili olmaya başlayan
doğulu ve Güneyli ülkelerle de karşılıklı faydaya dayanan yakın ilişkiler
geliştirmeye çalışıyor.

Stratejik otonomi
kavramı çerçevesinde Ankara-merkezli strateji oluşturmaya çalışan Türkiye bu
süreçte hem Batılı hem de Batı-dışı aktörlerden kaynaklanan ciddi zorlamalarla
karşı karşıya kalıyor. Türkiye’nin Batılı müttefik ve ortaklarından beklentisi,
stratejik otonomi odaklı dış politika çizgisinin kabul görmesi. Buna karşılık,
yumurtalarını farklı sepetlere dağıtmaya çalışırken stratejik niyetlerinin
sorgulamasından rahatsız oluyor ve şekillenmeye başladığını düşündüğü yeni
dünya düzeninde Batılı ortaklarının kendisinden beklediği geleneksel rolü
oynamak istemiyor. Stratejik kararların Vaşington ve Brüksel gibi Batılı
başkentlerde alındığı, bunların Ankara’ya havale edildiği ve Ankara’dan da
bunların gerçekleştirilmesi noktasında Batının yerel temsilcisi gibi hareket
etmesi gerektiği yönündeki algı Ankara’yı rahatsız ediyor.

Batı dünyasındaki
yerleşik bu algıya ek olarak Batılı ülkelerin Türkiye’nin jeopolitik ve
güvenlik çıkarlarını gerektiği kadar dikkate almadıkları ve takip ettikleri
politikalarla Türkiye’nin toprak bütünlüğü ve ekonomik refahını risk altına
soktukları düşüncesi Ankara’da güçlü şekilde dile getiriliyor. Terörün her
türlüsüne karşı vermekte olduğu mücadelenin Batı dünyasında yeteri kadar kabul
görmediği algısı ve Batılı ülkelerin Ege, Doğu Akdeniz, Kuzey Afrika, Kafkaslar
ve Ortadoğu bölgelerindeki politikalarının ulusal çıkarlarına zarar verdiği düşüncesi,
Türkiye’nin Batıya bakışını ciddi şekilde etkiliyor.

Buna mukabil iç
siyasetinde yaşanan otoriterleşme ve liberalizmden uzaklaşma dinamikleri Türkiye’nin
hızlı şekilde Batının norm ve değerlerinden uzaklaştığı yönündeki algıyı
kuvvetlendiriyor. Doğulu aktörlerle geliştirdiği ilişkilerde demokratikleşme,
insan hakları ve benzeri konularda kendini stres altında hissetmeyen Türkiye, Batılı
ülkelerle ilişkilerinde bu konfora sahip değil.

Bu arka plandan
bakıldığında önümüzdeki yıllarda Türkiye’nin takip etmesinin uygun olacağı
büyük stratejinin belirlenmesinde üç temel gerçek önem arz ediyor. Birincisi, Türkiye’nin
merkezinde bulunduğu coğrafyada yaşanan jeopolitik gelişmeler yoğunluğunu
korumaya ve bu kapsamda Türkiye’nin toprak bütünlüğü ile ekonomik refahını
olumsuz yönde etkilemeye devam edecek. İkinci olarak, Türkiye bir ticaret devleti
ve ulusal zenginliğinin yarısını uluslararası ticaretten elde ediyor. Bunda da
kısa vadede bir değişim beklenmemeli. Son olarak, Türkiye bir trilyon doların
altında ulusal gelire sahip orta ölçekli bir güç. Bu durum, bir yandan
Türkiye’nin uluslararası alanda yapabileceklerinin sınırlarını belirlerken,
diğer yandan kendini küresel ölçekte ortaya çıkmaya başlayan kutuplaşmalardan uzak
tutmasını gerektiriyor.

Türkiye’nin
büyük stratejisi
içinde hem realist hem de liberal
eğilim ve varsayımları barındırmak zorunda. Kendi ulusal savunma sanayisi üzerinde
gelişen ve sınırları dışında askeri operasyon düzenleyebilecek kapasite ve
yeteneğe sahip güçlü bir ordusu olması, Türkiye için çok önemli. Bölgesel
rakiplerinin düzenleyecekleri oldu bittilere karşı kendini savunabilmesi ve
mümkünse anavatan savunmasını ileride kurabilmesi yaşamsal önemde. Bunun
yanında komşularıyla ilişkilerinin yürütülmesinde diplomatik ve ekonomik
enstrümanların öncelemesi Türkiye’nin çıkarlarına ulaşmasında kolaylaştırıcı
olacaktır. Bölgeselcilik mantığı zemininde çevresindeki ülkelerle geliştireceği
çok-taraflı işbirlikleri Türkiye’nin bölge dışı küresel aktörlerin takip
ettikleri politikaların olumsuz sonuçlarının bertaraf edilmesinde de etkili
olacaktır. Türkiye’nin şansı bölgesindeki ülkelerin çoğunun ortaya çıkmakta
olan büyük güçler arası çatışma ortamından rahatsız olması ve taraf tutmak
zorunda kalmak istememeleridir.

Ticaret devleti olması
ve kalkınmasını tamamlayabilmesi noktasında ihtiyacı olan ekonomik kaynak ve
teknolojik kapasiteyi dışarıdan ithal etmesi Türkiye’nin uluslararası ortamda
liberal ve Kantçı dinamikleri desteklemesini gerektirir. Öngörülebilir olmayan,
sert güç mücadelelerinin yaşandığı, korumacı ekonomi politikalarının
uygulandığı, küresel tedarik zincirlerinde ciddi sıkıntıların yaşandığı, enerji
girdilerinin arttığı, küresel aktörler arasında teknoloji ve ekonomi alanında
ayrışmaların güçlendiği bir dünya Türkiye’nin ulusal çıkarları ile uyumsuzdur.
Maddi güç kapasiteleri itibariyle diğer bütün aktörlerden ayrışan küresel güçler
uluslararası hukuk ve uluslararası örgütler tarafından sınırlandırılmadıkça
dünya siyaseti güçlülerin istediklerini yapmaya çalıştığı ve zayıfların
kaderlerine mahkûm olduğu fikri etrafında gelişir. Bundan dolayı Türkiye
uluslararası siyasetin kural-temelli ve öngörülebilir olmasına katkı
vermelidir.

Büyük güçler arası
denge siyaseti takip etmesi bir dereceye kadar anlaşılırsa da Türkiye liberal
dünya düzenini ve ortaya çıkardığı kural-temelli uluslararası ilişkiler
yapısını tehlikeye atmaya çalışan küresel aktörlere karşı daha mesafeli
olmalıdır. Ayrıca belirtmek gerekir ki, Türkiye’nin dış ticaretinin yarıya
yakını ve ülkeye giren doğrudan dış yatırımın yüzde yetmiş kadarı Batı
kaynaklıdır. Avrupa Birliği üyelik sürecinde yaşanmakta olan bütün sıkıntılara
rağmen Avrupa Birliği içinde geliştirilen standartların Avrupa’nın refahına
yaptığı katkı ortadadır. Benzer standartlar çerçevesinde Türkiye’nin ulusal
kalkınmasını gerçekleştirmeye çalışması doğru olacaktır.

NATO üyeliği Türkiye’ye
uluslararası siyasette fırsatlar sunmaktadır. Başta Amerika Birleşik Devletleri
olmak üzere her bir NATO üyesi ülkeyle ikili düzlemde geliştirilecek ilişkiler
yerine bu ülkelerle NATO’nun çok-taraflı kurumsal mekanizmaları içinde
süreklilik arz eden ilişkiler içinde olmak Türkiye’ye kendi güvenlik
önceliklerini dile getirmesi için fırsatlar sunmaktadır. NATO’nun nükleer
güvenlik şemsiyesi altında olmak, Türkiye’nin ulusal güvenliği için ayrıca
önemlidir. NATO üyeliği, Türkiye’nin hem Yunanistan gibi NATO üyesi hem de Çin
ve Rusya gibi Batı dışı küresel aktörlerle ilişkilerinde önemli bir güç
çarpanıdır.

Uluslararası siyasi ve
ekonomik alanda Batı bloku diğer alternatif güç blokları karşısında hala başat
konumdadır. Ekonomik refah ve ulusal güvenlik çıkarları söz konusu olduğunda, Batılı
aktörlerle geliştirilmiş kurumsal ilişkiler Türkiye için belirleyicidir. Değişmekte
olan küresel güç dengeleri bağlamında Şangay İşbirliği Örgütü, BRICS ve Avrasya
Ekonomik Topluluğu gibi Batı dışı kurumsal platformlarda yer almak istemesi ve
başta Çin olmak üzere Batı dışı dünyanın önemli güç merkezleriyle yakın
ilişkiler geliştirmek istemesi ne kadar normal ve anlaşılırsa, Türkiye’nin NATO
üyeliğinin üzerine titremesi ve AB üyelik sürecinde elde ettiği kazanımları
korumaya özen göstermesi de en az o kadar önemlidir.

Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, İstanbul Aydın Üniversitesi

Prof. Dr. Tarık Oğuzlu, İstanbul Aydın Üniversitesi’nde öğretim üyesidir. Doktora derecesini 2003’te Bilkent Üniversitesi’nden alan Oğuzlu Türk dış politikası, transatlantik ilişkiler, güvenlik ve dünya düzeni konularında çalışmaktadır. 


Bu yazıya atıf için:  Tarık Oğuzlu, “Türkiye Alternatif Sistemler Rekabetinde Nasıl Konumlanmalı?” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 30 Kasım 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/11/30/to/

Bu görüş yazısı, ‘Foreign Policy for the 21st Century; Peaceful, Equitable, and Dynamic Turkey’ başlıklı proje kapsamında Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından Uluslararası İlişkiler Konseyi ve Global Akademiye sağlanan destek çerçevesinde hazırlanmıştır.


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.