Türkiye’de Feminist Dış Politikayı Teşvik Etmek – Zeynep Alemdar


Uluslararası
ilişkilerde ve dış politikada toplumsal cinsiyet Türkiye’de görece yeni fakat
hızla gelişen bir araştırma alanı. 2015 yılına kadar toplumsal cinsiyet ve
uluslararası ilişkiler arasındaki etkileşimin herhangi bir yönüne odaklanan
makale, kitap, yüksek lisans ve doktora tezlerinin sayısı sınırlıyken, bugün toplumsal
cinsiyetin uluslararası ilişkiler ve dış politikada, çatışmalarda ve
diplomaside nasıl rol oynadığına, kadınların bu alanlarına katkılarına
odaklanan çalışmaların sayısının hızla arttığına tanıklık ediyoruz.

Türkiye’de
Dışişleri Bakanlığı cinsiyet dengesi en yüksek bakanlıklardan biridir.
Dışişlerinde üst düzey pozisyonlarda, çoğu doğrudan güvenlik meseleleriyle
ilgilenen pek çok kıdemli kadın diplomat olmasına karşın, akademik alanda son
yıllara kadar konuya az ilgi olmasının nedenleri açıktır. Güvenlik kurumlarının
atmosferi ve doğası çok kadın dostu değildir, diplomatların yaptığı işler ve
kendi kimlikleri hakkında ne düşündükleri en azından emekli olana kadar ifşa
edilmez ve güvenlik ve dış politika alanları erkek güdümlü normlar ve
söylemlerle yüklüdür. Dolayısıyla ne diplomatlar ne de dış politikayla
ilgilenenler için cinsiyeti konu etmek ne öncelikli ne de kolaydır. 

Fakat
toplumsal cinsiyet, güvenlik konularının ayrılmaz bir parçasıdır. Kadınlar da
dış politika kararlarından erkekler kadar etkilenirler. Rusya’nın Ukrayna’yı
işgali ve yaklaşmakta olan gıda krizi kadınları belki de erkeklerden daha fazla
etkilemektedir, çünkü sofraya yemek koymaktan çoğunlukla kadınlar sorumludur ve
yemek olmadığında çocukları beslemek, yaşlılar ve engellilerin özel beslenme
ihtiyaçlarıyla uğraşmak zorunda kalacak olanlar da kadınlardır.

Ayrıca,
kadınlar uluslararası ilişkilerin aktörleridir. An itibariyle İran’ın genç
kadınlarının, erkeklerle eşit koşullarda yaşama arzularının ve özgürlük
taleplerinin nasıl bastırıldığını takip ediyoruz. İsyanlar sırasında polis
tarafından çok sayıda kişi kadın-erkek, genç- yaşlı demeden öldürüldü. Dünya
ise protestolarının İran’daki rejimi nasıl etkileyeceğini izliyor. Fakat ne
Rusya-Ukrayna krizi sırasında ne de İran’da herhangi yönetim düzeyinde
kadınları karar verici, stratejist, arabulucu olarak görmüyoruz. Kadınlar
uluslararası ilişkilerden etkilendikleri halde, uluslararası ilişkileri erkekler
kadar etkileyemiyorlar.

Feminist
dış politika işte tam da bu noktada devreye giriyor. Feminist dış politika,
kadınların dış politika yapımının tüm seviyelerinde eşit olarak temsil
edilmesini gerektirir, talep eder ve dış politikanın kadın haklarını içermesini,
korumasını ve muhafaza etmesini hedefler. Feminist dış politikanın özü,
kadınların temsili, karar alma süreçlerine anlamlı katılımı ve uluslararası
politikada kadın haklarını gözetmesi iken, feminist dış politikayı benimseyen
ülkeler bu hedeflere yönelik farklı politikalar üretiyorlar. Örneğin Fransa ve
Meksika, dışişleri bakanlıklarında kadın büyükelçi sayılarını artırmaya öncelik
verirken, İsveç ve Kanada, uluslararası yardım politikalarını yeniden
şekillendirerek, yardım edecekleri ülkeler için kadın haklarının desteklenmesiyle
ilgili koşullar koyuyorlar.

Feminist
dış politikanın nasıl uygulanacağı, ilgili ülkenin kendi dış politika
bürokrasisine ve dış politika önceliklerine bağlıdır. Türkiye örneğinde,
yukarıda belirtildiği gibi, Dışişleri Bakanlığı önemli bir cinsiyet
dengesizliğinden etkilenmemektedir. Barçın Yinanç’la birlikte
gerçekleştirdiğimiz bir araştırmaya göre, Kasım 2021 itibarıyla Türkiye’nin
yurt dışında görev yapan büyükelçilerinin yüzde 37’si ve tüm personelinin yüzde
27’si kadınlardan oluşmaktaydı.

Dışişleri
Bakanlığı’nın dış politika öncelikleri göz önüne alındığında da Türkiye’de feminist
dış politika için önemli bir potansiyel var. Örneğin 2005 yılından bu yana
arabuluculuk faaliyetlerine özel önem verilmektedir. Türkiye, 2010 yılında
Finlandiya ile Barış İçin Arabuluculuk Girişimi’ni başlatmış, ardından hem BM
hem de Avrupa’da Güvenlik ve İşbirliği Örgütü (AGİT) içinde Arabuluculuk
Gruplarının Dostları yapılanmasının oluşumuna katkıda bulunmuştur. İslam
Konferansı Örgütü bünyesinde de bir Arabuluculuk Dostları Temas Grubu
kurulmuştur. Türkiye 2012 yılından bu yana İstanbul Arabuluculuk
Konferanslarına da ev sahipliği yapmaktadır. Tüm bu arabuluculuk faaliyetleri
içinde Dışişleri Bakanlığı’nda bulunan çok sayıda deneyimli kadın diplomattan
çok azı görev almıştır. Oysa farklı araştırmalar, kadınların arabuluculuk ve
barış inşasına dahil olduklarında, bir anlaşmaya varma, anlaşmayı uygulama ve
daha uzun barış dönemi olasılığının arttığını göstermektedir. Örneğin 1989-2011
yılları arasında imzalanan 182 barış anlaşmasına ilişkin yapılan istatistiksel bir
analiz, kadınların barış süreçlerine müzakereci, arabulucu, imzacı ve hatta
tanık olarak katıldıklarında, anlaşmaların en az 15 yıl sürme olasılığının
yüzde 35 arttığını gösteriyor.[1] Bu nedenle, müzakere
masalarında daha fazla kadın diplomatın bulunmasının, Türk dış politikasının
arabuluculuk çabalarını geliştirebileceği rahatlıkla ileri sürülebilir.

Türkiye’nin
dış politika konusunda övündüğü önceliklerinden biri de mültecilere ve
sığınmacılara yönelik insani politikalarıdır. Türkiye uluslararası forumlarda
mültecilere ve sığınmacılara yönelik insani muamelesiyle övünse de ülkesindeki yabancılar
için uyguladığı farklı uluslararası koruma ve mülteci statüsü kategorileri
cinsiyete duyarlı değildir. Mülteci ve sığınmacıların statüsünü düzenleyen
yasalarda zaman zaman kadınlara atıfta bulunulmakla beraber, “kadın” vurgusu
hem 6458 sayılı Geçici Koruma Kanunu’nda hem de Yabancılar ve Uluslararası
Koruma Kanunu’nda kadınlar,  özel
ihtiyaçları olan, korunması gereken “kurbanlar” olarak ele alınmaktadır. Bu
bakış açısı, kadınları, karşılaştıkları tehlikelerden korumaya yönelik olarak
olumlu bir yaklaşım gibi yorumlansa da, her korunmaya muhtaç grubun üzerinde
ona tahakküm edecek, onu eşit olarak görmeyen ve eşit haklara sahip
olamayacağını içselleştirmiş bir bakış vardır.Halen Türkiye’de ikamet eden
mülteci ve sığınmacıların en az yarısının kadın ve kız çocukları olduğu ve
ülkeyi terk etme şanslarının çok düşük olduğu göz önüne alındığında, bu kadınlar
için eşit fırsatların sağlandığı ve haklarının garanti altına alındığı bir
entegrasyon politikası bulunması önemlidir. Ayrıca, sistematik olarak mülteci
durumuna düşen kadın ve kız çocukları için, yalnızca koruma amaçlı değil, aynı
zamanda şiddet uygulayanların da cezasız kalmayacakları, bu nedenle de şiddet
döngüsünden çıkılabilecek bir yaklaşımla şekillendirilmiş bir yardım ve
iyileştirme politikası bulunması gerekliliği açıktır. Özellikle bu kadınların cinsiyete
dayalı şiddete maruz kalma olasılıklarının yüksekliği de göz önüne alındığında,
bu tür koruma politikalarının tesis edilmesinin Türkiye’nin uluslararası alanda
normatif gücünü artıracak bir politika gündemi olacağı ortadadır.

Türkiye’de
dış politika alanında öne çıkan bir diğer konu da NATO üyeliği ve askeri
güçtür. Feministler kadınların silahlı kuvvetlere katılımı konusunda
çekincelere sahipse ve kadınların silahlı çatışmalara katılımı konusunda farklı
feminist akımlarda farklı görüşler varsa da, fiiliyatta NATO’nun en büyük
ikinci ordusu olan Türkiye’de kadınların silahlı kuvvetlere katılımı çok
düşüktür. Faal hizmette olan kadın askerlerin oranı yüzde 1,2 düzeyindedir.

Türkiye
ayrıca BM, NATO ve AGİT üyesi olarak barışı koruma harekatlarında da yer
almaktadır. Barış koruma misyonlarına kadın personelin dahil olmasının
operasyonların başarısını artırdığı çeşitli çalışmalarla kanıtlanmıştır.
Kadınların hem yereldeki bilgiye ulaşma ve oradaki kadınlarla ilişki kurmada
daha yetkin, hem de tüm görevlerin yerine getirilmesinde eşit becerikli olduğu açıktır. Türkiye’nin Afganistan’daki barışı
koruma görevi sırasında Türk Silahlı Kuvvetleri’nden kadın cinsiyet
danışmanları yerel projelere katkıda bulunmuş ve kadın ve kız çocuklarının
ihtiyaçlarını belirlemek için NATO personeliyle birlikte çalışmıştır. Fakat bu
misyon, bildiğimiz kadarıyla, Türk personelin Toplumsal Cinsiyet Odak Noktalarında
bulunmasının tek örneğini teşkil etmiştir. O dönemde Türkiye’nin
Afganistan’daki NATO misyonuna katılımına yerel halkın olumlu tepkisi göz önüne
alındığında, toplumsal cinsiyet perspektifini Türk Silahlı Kuvvetleri’ne dahil
etmek ve uluslararası angajmanlar için Toplumsal Cinsiyet Odak Noktalarıyla
katkıda bulunmak farklı ve yenilikçi bir politika olabilecektir.

Türk
dış politikasında karar vericilerin toplumsal cinsiyeti konu edebilecekleri son
politika alanı ise uluslararası insani yardımdır. Türkiye, insani yardım
konusunda küresel olarak yükselen bir bağışçıdır. Dış politika yapıcılar,
Türkiye’nin insani yardımlarıyla, kalkınma destekleriyle ile gurur duymaktadırlar. Fakat Türkiye bu politikalarını
yürütürken kendisini “dünyanın vicdanı” ve “küresel düzeyde eşsiz bir insani
aktör” olarak tanıtırken, yardım ettiği kadınları aktörler olarak değil,
mağdurlar olarak tasvir etmektedir. Oysa inşa edildiği iletilen “Türk insani
yardım modeli” kadınları mağdur ve korunması gereken aktörler rolünden
çıkartarak, rahatlıkla cinsiyet eşitliği ve insan hakları perspektifini de
içerebilir. İnsani kalkınma yardımlarına harcanan büyük bütçelere insan hakları
perspektifi ve toplumsal cinsiyete duyarlı bir bakış açısının dahil edilmesi,
sadece askeri olarak değil, normatif olarak da bölgesel güç için çabalayan
Türkiye için güçlü bir adım olacaktır.

Yukarıdaki
örneklerin de işaret ettiği üzere, Türk dış politikasının öncelikli alanlarında
toplumsal cinsiyet eşitliğini temel alan feminist bir dış politika, Türkiye
için olası ve faydalı bir adım olacaktır. Fakat, özellikle 2019 yılında İstanbul
Sözleşmesi’nden çekilme tartışmalarının başlamasından bu yana mevcut siyasi
iklim ve toplumsal cinsiyet meselesinin aşırı siyasallaşması, Türkiye için
feminist bir dış politika yaklaşımının şu anda ancak uzak bir hayal olduğunu gösteriyor.
Oysa insan hakları savunucuları ve politikacılar, hayalleri olan vizyoner
kişilerdir. Artık küresel bir konu olan feminist dış politika, 2014 yılına
kadar dünyanın gündeminde bile değildi. Fakat sivil toplum aktörlerinden ve
politikacılardan oluşan kararlı bir grubun son 25 yıldaki çabalarıyla bugün
Feminist Dış Politika pek çok ülkenin resmi pozisyonu haline gelmiş durumdadır.
Bu nedenle, Türkiye’de de özellikle Dış Politikada Kadınlar Girişimi gibi girişimlerle feminist dış
politika hakkındaki bilgi ve farkındalığın genişletilmesi çabası da göz önüne
alındığında, Türkiye’nin geleceği için feminist bir dış politika elbette
mümkündür.


[1] Carol Cohn,
“Beyond the Women Peace and Security Agenda: Why We Need a Feminist Roadmap for
Sustainable Peace”, in Feminist Roadmap for Sustainable Peace Project
Background Paper
, Consortium on Gender, Security and Human Rights, 2017, p.
2.

Prof. Dr. Zeynep Alemdar, İstanbul Okan Üniversitesi

Prof. Dr. Zeynep Alemdar, İstanbul Okan Üniversitesi’nde İşletme ve Yönetim Bilimleri Fakültesi Dekanı ve Toplumsal Cinsiyet Çalışmaları Merkezi başkanıdır. Akademik çalışmaları, Türkiye’de sivil toplum, Avrupa Birliği, insan hakları, demokratikleşme, toplumsal cinsiyet ve Kadın Barış Güvenlik konularını kapsar. International Studies Perspectives ve Turkish Policy Quarterly dergilerinin yayın kurullarında bulunmuş olan Alemdar, Portland State Üniversitesi’ndeki Mark O. Hatfield School of Government’ta ve Center for Turkish Studies’te misafir öğretim üyesi olarak bulunmuş, 2014 yılında Carnegie Uluslararası Barış Vakfı tarafından Yeni Nesil Liderler Programında 40 yaşın altında 4 liderden biri olarak Avrupa-Atlantik Güvenlik İnisiyatifi bursiyeri olarak seçilmiştir. Halen Avrupa Liderlik Network’ü kıdemli üyesi ve yönetim kurulu üyesidir.  2014 yılında genç kadınları güvenlik ve dış politika konularına özendirmek amacıyla, Dış Politikada Kadınlar İnisiyatifini kurmuştur. Lisans derecesini Galatasaray Üniversitesi İktisat bölümünden, yüksek lisans derecesini Kentucky Üniversitesi Patterson School of Diplomacy’den, doktora derecesini ise Kentucky Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünden almıştır.


Bu yazıya atıf için:  Zeynep Alemdar “Türkiye’de Feminist Dış Politikayı Teşvik Etmek” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 31 Mayıs 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/05/31/za-2/

Bu görüş yazısı, ‘Foreign Policy for the 21st Century; Peaceful, Equitable, and Dynamic Turkey’ başlıklı proje kapsamında Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından Uluslararası İlişkiler Konseyi ve Global Akademiye sağlanan destek çerçevesinde hazırlanmıştır.


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.