Panorama

Japonya ve Almanya’nin Yeni Güvenlik Stratejileri ve Türkiye – Fatih Ceylan

Okuma Süresi: 8 dk.

DÜNYADA BAŞ AKTÖR-KÜRESEL REKABET

Rusya’nın 2014’te Kırım’ı işgâl ve ilhakı üzerine başlayan ve Şubat 2022’de Ukrayna’da yeniden su yüzüne çıkan Rus saldırganlığı ile küresel güvenlik ortamındaki köklü değişim daha da derinleşti ve bu değişim sadece Ukrayna sahasındaki fiili çatışma haliyle sınırlı kalmadı.ABD dış-güvenlik politikasında Obama yönetiminden beri Asya-Pasifik bölgesi daha ağırlıklı olarak yer edindi. ABD-Çin ilişkilerindeki gerilim Trump’la birlikte bir üst seviyeye, Biden yönetiminde ise zirveye çıktı. Ukrayna sahasındaki sıcak çatışma ile ABD-Çin ilişkilerinde farklı bir boyuta ulaşan çekişme, küresel güvenlikte güçler dengesine dayalı yaklaşımları da etkiledi, bunların evrilmesine yol açtı ve uluslararası ilişkilerin dinamik niteliğine uygun uyarlanmış Realpolitik tabanlı kuramların ön plana çıkmasına yol açtı.

Doğal olarak büyük güçler arasında yaşanan stratejik/sistemik rekabetin etkilerinin yansımaları  Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede de kendini gösterdi. Kısıtlı bir kesim hariç Türkiye’de stratejik düşünce ve stratejik kültürün gözardı edilmesi ve hatta yüzlerce yıla uzanan tarihimize rağmen Türkiye’nin geleceğine ışık tutacak ana bir strateji belgesinden yoksun bulunduğumuz cihetle, gündemi biçimleyen stratejik rekabet karşısında dünya siyasetinde ağırlık taşıyan diğer ülkelerin ilan ettikleri yeni strateji belgelerini karşılaştırmalı olarak incelemek pek uğraşa değer bir alan olarak görülmüyor. Dolayısıyla yakın zamanda (Aralık 2022-Haziran 2023 döneminde) ABD-Çin rekabeti karşısında Çin, Kuzey Kore ve Rusya’nın bu bölgeye de uzanan eylemlerinden tehdit algılayan Japonya ile Ukrayna’daki Rus saldırılarının kendisi ve Avrupa güvenliği  için bir dönüm noktası (Zeitenwende) oluşturduğunu ilan eden Almanya’nın açıkladıkları yeni dönem güvenlik stratejilerini Türkiye’de yeterince analiz edilmedi. 

Her iki ülkenin G7 üyesi bulundukları dikkate alındığında, yeni çağa uyarladıkları  temel güvenlik stratejilerinin, grup olarak G7’nin mevcut güvenlik ortamını nasıl değerlendirdiğinin ve küresel rekabet karşısında bu Grubun tehdit algılarının nereye evrilmekte olduğunu anlamlandırabilmemiz açısından önem taşımaktadır. Dolayısıyla, bu stratejilerin ortak paydalarının ve ayrışma noktalarının irdelenmesi Türkiye için Batı dünyasının güvenlik ve tehdit değerlendirmesinin anlaşılması açısından da ilave bir zemin oluşturmaktadır.

Bu yazıda Rusya’nın Ukrayna’ya karşı saldırılarının devam ettiği ve yükselen Çin’e karşı ABD’nin sergilediği rekabetin dozunun arttığı bir güvenlik ortamında her ikisi de G7 ülkesi olan iki güçlü devletin yeni çağın koşullarına uyum sağlamaya yönelik olarak hazırladıkları ulusal güvenlik stratejilerini kıyaslamalı bir bakışla inceleyerek ve bu ülkelerin yeni dönem stratejilerinin dünya siyaseti ve Türkiye açısından  olası sonuçlarını tartışacağım.

JAPONYANIN ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİSİ

Japonya, Aralık 2022’de güvenlik-savunma anlayışındaki dönüşüme ışık tutan üç temel belge açıklamıştır. Bunlar, Ulusal Güvenlik Stratejisi, Ulusal Savunma Stratejisi ve Savunma İnşa Programı’dır. Hiyerarşik olarak Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde (UGS) yer verilen rehber ilkeler diğer iki temel belgenin yönelim, eksen ve kapsamına esas oluşturmaktadır.

Dokuz ana bölümden oluşan Japonya güvenlik stratejisinin temel unsurları şöylece özetlenebilir:

ALMANYANIN İLK ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİSİ

Küresel jeopolitik/ekonomik/stratejik rekabetin Asya-Pasifik bölgesine yansımaları karşısında Japonya, gelecek dönem için yeni bir güvenlik stratejisi zemininde kendisine yeni bir yol haritası çizerken, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı olan saldırgan tutumunun ağır etkilerini hisseden Almanya Haziran 2023’de, tarihinde ilk kez, “Almanya İçin Güçlü, Dayanıklı ve Sürdürülebilir Bütüncül Güvenlik” başlıklı ulusal güvenlik stratejisini ilan etmiştir. Şansölye Scholz’un yeni güvenlik ortamını Almanya açısından bir dönüm noktası (Zeitenwende) şeklinde tanımladığı bir dönemde açıklanan, iktidardaki koalisyon partileri arasındaki uzlaşıya dayalı olarak hazırlanan, bu bağlamda belgeyi tanıtım yazılarında Şansölye Scholz ile Alman Dışişleri Bakanı Baerbock arasında dünyaya bakışta nüanslı anlayışların yer aldığı Alman ulusal güvenlik stratejisinin ana dayanaklarını şöylece toparlamak mümkündür:

İKİ STRATEJİNİN ORTAK PAYDALARI VE FARKLILIKLARI

Her iki ulusal güvenlik stratejisi karşılaştırıldığında temel yönelimleri ve içerikleri açısından benzerlikler gösterdikleri söylenebilir. Her iki stratejide, çatışmalı, sistemik rekabete dayalı ve karmaşık küresel güvenlik ortamının sebep olduğu meydan okumalara karşılık vermek üzere sadece politika yapıcıların değil, toplumsal kesimlerin bütününü kapsayacak bir doktrinin (whole-of-society) bu iki stratejinin temelini oluşturduğu görülmektedir. Dolayısıyla, her ikisi de özünde güvenlik ve savunma alanında bütüncül bir yapılanmayı hedeflemektedir. Bu kapsamda açıkça telaffuz edilmese de, Çin’in 2013 sonrası dönemde Batı’da birçok eleştirinin konusu olan ‘sivil-asker kaynaşması’ (civil-military fusion) öğretisinin her iki ülke tarafından da benimsendiği gözlenmektedir.

Doğal olarak iki ülkenin tehdit algılamasında öncelikler açısından farklılıklar vardır. Japonya için sırasıyla Çin, Kuzey Kore ve Rusya ana tehdit kaynakları olarak tanımlanmaktayken; Almanya’nın  strateji belgesinde “bugünün Rusya’sı şimdilik” (bkz.sayfa 22) Almanya ve Avrupa-Atlantik güvenliği için en önemli tehdit olarak tanımlanmaktadır. Asya-Pasifik bölgesinde yaşanan krizler, örneğin Tayvan Boğazı krizi, Almanya’nın güvenlik stratejisi radarında keskin hatlarla yer almadığından Çin küresel sınamalar ve krizlerin çözümü için bir ortak olarak tanımlanırken, ekonomik ve sistemik alanda ise rakip olarak nitelenmektedir.

Küresel ve bölgesel sınamalara karşı Japonya’nın baş müttefiki ABD’dir; ABD’yi, Batılı demokrasiler ile diğer ülkeler izlemektedir. Almanya’ya gelince;  Avrupa kıtası ötesinde, transatlantik çerçevede ABD önemli bir müttefik ülke olarak görülürken, Avrupa’da baş sıraya Fransa oturmaktadır. Bunu NATO ittifakı ve bu İttifak içindeki diğer Avrupa ülkeleri takip etmekte; AB’nin güvenlik ve savunma politikası ile AB savunma yetenek ve kapasitesine verilen önceliğe de yer verilmektedir.

GDP’nin %2’sinin savunma harcamalarına ayrılması konusunda iki ülkenin stratejileri arasında fark bulunmaktadır. Japonya’nın, çok açık bir şekilde 2022-2027 döneminde her yıl bu miktarda savunma yatırımı yapmayı  taahhüt etmesine karşılık Almanya, her yıl için harcanması öngörülen %2’lik payı ortalama bir oran kabul edip, bunu NATO yetenek hedeflerine varmada yıllara yayan bir anlayış ortaya koymakta; dolayısıyla savunma için yıllık bazda %2 harcama konusunda kesin bir yükümlülük içermeyen belirsiz bir yaklaşım sergilemektedir.

Bulundukları coğrafyalar itibariyle özellikle tehdit algılamaları bakımından tehdit sıralamasında, doğal olarak farklılıklar içerse de, her iki ülkenin kapsamlı ve bütüncül güvenlik anlayışı birbirleriyle uyumludur. Bu bağlamda, bir yandan kendi ulusal güvenliklerini sağlam ve dayanıklı kılmaya yönelik sürdürülebilir bir yol öngörürlerken, diğer yandan stratejilerini çok taraflılığa dayalı bir zeminde, işbirliğini de dışlamayan bir anlayışla Batı dünyasının küresel güvenliğe dair öncelik ve gereksinimlerini gözetecek tarzda geliştirdikleri gözlenmektedir. Jeostratejik rekabet başta olmak üzere hemen her alanda devletler arasında yaşanan çekişmeli yeni dönemde, dünya siyasetini belirlemede önemli roller üstlenen Japonya ve Almanya, tabiatıyla ulusal çıkarlarını önceleyerek, ikili ve çoklu ittifak ve ağlardan da yararlanmak suretiyle yeni döneme kendilerini uyarlamaya ve bunu sağlam bir stratejik temelde sürdürmeye yönelmişlerdir.

JAPONYA VE ALMANYA’NIN GÜVENLİK STRATEJİLERİ VE TÜRKİYE

Almanya ve Japonya örneğinde gördüğümüz üzere çağdaş ve gerçek anlamda temsilî demokrasilere sahip yönetimlerin, ülke stratejilerinin belirlenmesinde toplum katmanlarını, bu bağlamda akademi dünyası ile düşünce kuruluşlarını, strateji hazırlık sürecine ortak paydaşlar olarak aktif şekilde müdahil kıldıkları görülmektedir. Dolayısıyla, toplumun en geniş şekilde katılımını sağlayan demokratik bir yol izlemeyi yeğledikleri gözlenmektedir. Geniş bir paydaş ağının katkı ve desteğine dayalı bir çerçevede ve  olabildiğince partilerüstü bir anlayışla toplumsal taban desteği bulunan,  gerçekçi ve sürdürülebilir stratejileri hayata geçirmeye yönelmektedirler. İki devletin stratejilerine yansıyan ana eksenden hareketle Türkiye’nin bölgesinde ve ötesinde izlediği dış-güvenlik politikasına baktığımızda ise ortaya bambaşka bir durum çıkmaktadır. Çok yönlü dış-güvenlik politikası etiketi altında (1) Cumhuriyet çıpasının dış-güvenlik politikasının uygulanmasında yerinden çıkartılmaya çalışıldığı; geleceğe dair yol haritasının somut, kapsamlı ve bütüncül bir stratejiye dayanmadığı; (2) bu çerçevede önümüzdeki yüzyıl için birçok toplum kesimi nezdinde tartışmalı bir ‘vizyon’ ortaya konarken, önümüzdeki  on yıla dair somut, anlamlı ve olgular temelli bir yaklaşım sergilenemediği ve (3) dengeleri altüst olmuş ekonomimizin ancak 2026 yılında düzlüğe çıkabileceğinin bizzat resmî ağızlardan açıklandığı bir dönemde dış ilişkilerin, ekonomideki geniş çaplı bozulmanın etkisiyle mesele bazlı perakendeci bir anlayışa oturtulduğunu gözlemliyoruz.

Türkiye’deki mevcut yönetişimin, fikir ve seçeneklerin özgürce tartışılması gereken üniversiteler ve düşünce dünyasına egemen olması, birkaç istisna hariç, üniversite dünyası ile düşünce/kanaat kuruluşlarının dar bir çepere sıkıştırılmayı kabullenmiş olmaları, geleceğe dönük sağlam veri ve öngörülere dayalı sürdürülebilir stratejik yaklaşımların önünü kesen en önemli etkenlerden biridir. Bu açmaz aşılmadığı takdirde bugüne kadar iç ve dış kamuoylarına açıklanmış bir güvenlik stratejisini halen geliştirememiş Türkiye’nin çağdaş ve gelişmiş demokrasilere sahip ülkelerin aksine, görünebilir gelecekte, yine strateji yoksunu bir ülke olarak dış-güvenlik politikalarında, ‘dengeleme’ adı altında, küresel çapta süren jeopolitik/stratejik çekişmede ülkeyi büyük güçlerin arasına sıkıştıran keskin, maliyetli ve sürdürülebilir olmayan istikrarsız bir yola devam edeceği anlaşılmaktadır.  Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında Türkiye’de de benzer demokratik ve katılımcı bir anlayışın, şimdilik uygulanma olasılığı düşük olmakla birlikte, biran evvel pratiğe dönüşmesi beklenmeli ve hedeflenmelidir.


Fatih Ceylan, Büyükelçi (E.) 
1957 Bursa doğumlu. 1979 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl Dışişleri Bakanlığına girdi. Master Derecesini Rutgers(ABD)/Princeton Üniversitelerinden aldı. İslamabad Büyükelçiliği, Deventer Başkonsolosluğu ve NATO nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğinde, Brüksel Büyükelçiliğinde ve AB nezdindeki Türkiye misyonunda çalıştı. Düsseldorf’ta Başkonsolosluk, Sudan ve NATO nezdinde Büyükelçilik yaptı. Merkezdeki son görevi İkili Siyasi İlişkilerden Sorumlu Müsteşar Yardımcılığıydı. 2019 Şubat ayında emekliye ayrıldı.


Bu yazıya atıf için:  Fatih Ceylan, “Japonya ve Almanya’nin Yeni Güvenlik Stratejileri ve Türkiye “, Çevrimiçi Yayın, 11 Eylül 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/09/11/fc-8/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.