Ukrayna ve Gürcistan 2008’de NATO Üyesi Olsalardı Küresel Gündem Nasıl Şekillenirdi? Ahmet Üzümcü-Tacan İldem-Fatih Ceylan

2008’de Neler Oldu?

3
Nisan 2008’de Bükreş’te düzenlenen NATO Liderler Zirvesi’nin ardından
yayınlanan bildiride Ukrayna ve
Gürcistan’ın olası NATO üyeliklerine dair kararda özetle, bu iki ülkenin
İttifak üyeleri olacağı kaydedildi, Üyelik Eylem Planları (ÜEP) hazırlanması
amacıyla NATO’ya yapacakları başvurunun destekleneceği ilan edildi ve Dışişleri
Bakanları ÜEP başvurularında kaydedilecek mesafeyi değerlendirmek üzere
görevlendirildi.

Bu
karardan kısa bir süre sonra Haziran 2008’de zamanın Rusya Devlet Başkanı Dimitry
Medvedev, 2000’li yılların başından itibaren ABD ile Avrupa arasında ortaya
çıkan görüş ayrılıklarını da gözeterek Avrupa’da (Avrupa-Atlantik bölgesinde)
Rusya’yı da kapsayacak yeni bir güvenlik mimarisi tesis edilmesine ilişkin
önerilerini gündeme getirdi. Fakat “Medvedev
önerileri”nin daha mürekkebi kurumadan 8 Ağustos’ta Rusya-Gürcistan Savaşı
patlak verdi ve savaş sonunda Rusya, Gürcistan’a ait Abhazya ve Güney Osetya
bölgelerinin bağımsızlıklarını tanıdığını ilan etti. Böylece Rusya, kendisinin
ortaya attığı yeni bir Avrupa güvenlik mimarisi oluşturulması fikrine Gürcistan’daki
eylemiyle kendisi son vermiş oldu. Sonuçları itibariyle Avrupa odaklı olan
Rusya-Gürcistan savaşı, küresel güvenlik düzeninin de temelini çatırdattı.

Kısa
ömürlü Medvedev önerileri Batı dünyası ile Rusya arasında ortak zemin arayışına
katkı yapamazken, öneriler üzerinde karşılıklı çalışılsaydı, bunların geleceğin
Avrupa güvenlik mimarisinin tesisinde bir rol oynayıp oynayamayacağı sorusu
zihinlere takıldı. Diğer yandan, Putin’in onayı olmadan Medvedev’in bu tür
önerileri gündeme getiremeyeceği de biliniyordu. Fakat Medvedev önerilerinden bir
yıl önce Putin’in 10 Mart 2007’de Münih Güvenlik Konferansında yaptığı konuşmanın izleri de halen
hafızalardaydı. Putin, bu konuşmasında ABD’nin başat güç rolüne soyunduğu tek
kutupluluk üzerine inşa edilmiş uluslararası düzene güçlü bir söylemle meydan
okuyarak, sürecin Rusya dahil Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilere olumsuz
yansımalarını vurguladı ve deyim yerindeyse mevcut arayışları yaylım ateşine
tuttu
.

Hal
böyleyken, NATO ne Gürcistan’a ne de Ukrayna’ya üyelik hususunda belirli bir
zaman dilimine bağlı vaatlerde bulunmadı. Nitekim, İttifak üyelerinin büyük
çoğunluğu, bu ülkelerin üyeliğinin İttifak’a yarar sağlamayacağı gibi Rusya’yı
tahrik ederek bölgesel istikrarı da tehdit edeceğini düşünüyorlardı.
Dolayısıyla Haziran 2008 zirvesinde bu ülkelere “Üyelik Eylem Planı” önerilmedi
ve ortaklık statüsünde bırakıldılar. Bunun sonucunda gerek NATO bünyesindeki ortaklık
çerçevesinde gerekse Batı ülkeleriyle ikili ilişkiler bağlamında yakın
işbirliği yürütülmekle birlikte Ukrayna ve Gürcistan’ın Rusya karşısındaki
zayıf konumları değişmedi.

Rusya’nın
2008 Gürcistan ve 2014 Kırım müdahalelerine Batı tarafından gösterilen tepkiler
ve uygulamaya konan yaptırımlar yetersiz kaldı, Rus liderliğini daha ileri
adımlar atmaktan caydırmadı. Hal böyle olunca, Kırım’ın işgal ve ilhakı ile Ukrayna’nın
doğusundaki Rus girişimlerine zamanında daha sert tepki gösterilebilmiş
olsaydı, bugünkü işgal hareketiyle karşılaşmayabilir miydik sorusu da zihinlere
takıldı kaldı.

NATO Açık Kapı Politikasında Ukrayna ve Gürcistan’ın
Yeri

2008
NATO Bükreş Zirvesinde alınan kararı ve bunun sonuçlarını analiz ederken
NATO’nun açık kapı politikasına zemin oluşturan gerekçeyi de anımsamak gerekir.
Bu bağlamda genişlemenin ana yönelimi ve temel ilkesine NATO’nun kurucu belgesi
olan Vaşington Antlaşmasının 10. maddesinde şu şekilde yer verilmiştir:

“Taraflar,
bu Antlaşma’nın ilkelerini geliştirebilecek ve Kuzey Atlantik Bölgesinin
güvenliğine katkı yapacak durumda olan herhangi bir Avrupa devletini bu
Antlaşma’ya katılmaya oy birliği ile davet edebilirler. Davet edilen Devlet katılım
belgesini Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti’ne vererek bu Antlaşma’ya taraf
olabilir. Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti aldığı her bir katılma
belgesinden tüm Tarafları haberdar edecektir.”

Bu
maddeden de anlaşılacağı üzere, teorik olarak Rusya dahil herhangi bir Avrupa
ülkesinin NATO’ya üye olması için davette bulunulmasına herhangi bir engel yok.
Nitekim, Soğuk Savaşın bitmesini takiben NATO, vakit geçirmeksizin ortaklık
ağlarını geliştirmeye yönelmiş ve işbirliğine dayalı güvenliği temel görevleri
arasına katmıştı. Bu çerçevede 1991’de Rusya’nın da yer aldığı Kuzey Atlantik
İşbirliği Konseyi (NACC) hayata geçirildi, 1994’de de Barış İçin Ortaklık (PfP)
projesi kabul edildi. Sonunda bu projeye, 22 ülke meyanında Ukrayna, Gürcistan ve
Rusya da katıldı.

Açık Kapı Politikası Nasıl Uygulanır?

1999’da
Çek Cumhuriyeti, Macaristan ve Polonya’nın NATO’ya üyelikleriyle başlayan
genişleme dalgası öncesinde 1995’te NATO bünyesinde Vaşington Antlaşmasının 10.
maddesinin Soğuk Savaş ertesindeki dönemde nasıl uygulanabileceğine dair çok kapsamlı bir
çalışma

yapılarak kamuoylarıyla paylaşıldı. “NATO Genişlemesi üzerine Çalışma”
başlıklı, beş bölümden oluşan 82 paragraflık bu belgenin olası Ukrayna ve
Gürcistan üyelikleri bağlamında temel bazı maddelerini anımsamakta yarar var.

Çalışmanın
özellikle 2 ila 8. maddeleri bu açıdan önemli. Bu maddelere göre NATO’ya davet
edilecek ülkelerin Avrupa-Atlantik değer ve yükümlülüklerine uymaları zorunluydu.
Bu değerler arasında elbette demokrasi, bireysel özgürlükler ve hukukun
üstünlüğü en başta yer alıyordu. Diğer bir anlatımla, bu ortak ideallere sahip
olmayan otokratik/oligarşik düzenlere sahip ülkelerin Avrupa-Atlantik
kurumlarında yeri yoktu.

Diğer
önemli bir ilkeyi, başta BM Şartı ve AGİT yükümlülükleri olmak üzere
uluslararası hukuk taahhütleri ve normlarını kabul etmek oluşturuyor. Bu
çerçevede kuvvet kullanmamak, kuvvet kullanma tehditinde bulunmamak ve Avrupa
bütünlüğünü etnik veya karasal (territorial) anlamda bölmeye çalışmamak
genişlemenin ana koşullarından biri. Bir diğer önemli ilkeye ise altıncı
maddede şu şekilde yer verilmiş:

“Etnik
ihtilafları veya yayılmacı (uluslararası hukuka meydan okumaya dönük) talepler
dahil olmak üzere, dış toprak anlaşmazlıkları veya dahili yargı yetkisine dair
ihtilafları olan Devletler, bu ihtilafları AGİT ilkelerine uygun olarak
barışçıl yollarla çözmelidir. Bu tür ihtilafların çözümü, bir devletin İttifaka
katılmaya davet edilip edilmeyeceğini belirlemede etken olacaktır.”

1995 çalışmasında
sıralanan bir dizi ilkeye rağmen aynı belgede İttifak üyeliğine davet için
sabit veya katı bir ölçüt listesi bulunmadığı, dolayısıyla siyasi karar almada
esnekliğe yer bırakıldığı da bir gerçeklik. Elbette bu durum, Ukrayna ve
Gürcistan için olduğu kadar Rusya ve Avrupa güvenlik mimarisinde yer almayı
arzulayan diğer ülkeler için de geçerli.

Bu
noktada bir konuya açıklık getirmekte fayda var: Üyeliğe davet edilmek ile
üyeliğin gerçekleşmesi arasında geçen süreç ve usulleri bilmek önemlidir.
Öncelikle üyeliğe davet edilme ilke ve koşullarını karşılayan ülkelerin kendi
parlamentolarından, dolayısıyla toplumlarından yetki alarak üyelik için
başvuruda bulunmaları gerekir. İç yetkiden yoksun bir başvurunun NATO tarafından
kabul görmesi mümkün değildir. Dolayısıyla, başvuru sahibi ülkenin öncelikle
kendi kamuoyundan onay görmüş meşruluğu bulunan bir iç zemine sahip aday olması
zorunludur. Öte yandan bu koşulu karşılamak zorunlu ancak yeterli değildir.
Çünkü, yapılan başvurunun NATO Konseyi tarafından kabul edilmesi de gereklidir.
Dahası, bu kabulden sonra başvurunun, NATO üyesi tüm ülkelerin parlamentoları
tarafından da onaylanması lazımdır. Aksi takdirde, üyelik gerçekleşmiyor.

Bir
diğer husus, ilgili aday ülkenin uzun, yorucu ve sancılı bir süreçten başarıyla
geçmesi gerektiğidir. Davette bulunulan/başvuru yapan ülke için hazırlanan Üyelik
Eylem Planı (MAP) çerçevesinde aday ülkenin, NATO’nun belirlediği ilke, ölçüt
ve standartları karşılayıp karşılamadığı uzun soluklu bir “yol haritası”
üzerinden takip edilir.

1995
Çalışmasının dikkat çeken ilkelerinden biri de hiçbir NATO dışı ülkenin hangi
ülkenin İttifaka kabul edileceğine dair veto yetkisi olmayacağıdır. Dolayısıyla,
NATO kendi karar alma otonomisinin haleldar edilmesini genişleme bağlamında da
kabul etmemektedir.

1995
Genişleme Çalışmasına Rağmen 2008 Bükreş Zirvesinde Neler Oldu?

2008
Nisan’ında Bükreş’te düzenlenen NATO Zirvesinde karara bağlanması beklenen
konulardan en önemlisi Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO’ya katılımlarıydı. Bu
konuda müttefikler arasındaki görüş ayrılığı daha Zirveye giden süreçte Zirve Bildirisi
taslağının ilgili paragrafı üzerindeki müzakerelerde ortaya çıkmıştı. Zaten bu
nedenle ilgili paragrafın Devlet ve Hükümet Başkanları düzeyinde
sonuçlandırılması zorunluluğu doğmuştu. Görüşmeler bu düzeyde de kilitlenince toplantıya
kısa süreliğine verilen arada, bu tür Zirve toplantılarında örneğine sık da
rastlanmayan bir biçimde, bu paragrafın kısıtlı bir grup tarafından gayrı resmî
müzakere ve yazımına çalışıldığına tanık olundu.

Gerçekten
de, bu makalenin yazarlarından birinin de hazır bulunduğu ve Zirvenin
gerçekleştirildiği Çavuşesku döneminde inşa edilmiş devasa eski Başkanlık
Sarayı’nın büyük toplantı salonunda önemli bir Avrupa müttefik ülkesinin lideri,
Gürcistan ve Ukrayna’nın NATO üyeliğine ilişkin lehte ve aleyhte görüşleri aşırı
savunan diğer müttefik ülkelerden mevkidaşlarıyla birlikte salonun bir köşesine
çekilerek ilgili paragrafın yazımına, yardımcılarının da katkısıyla, bizzat
girişmişti. Nitekim, bu grubun şekillendirdiği paragrafın yeni hali, verilen
aranın ardından başlatılan toplantıda tüm müttefiklerce onaylandı.

Varılan
uzlaşıya göre bildirinin 23’üncü paragrafında yer aldığı üzere, “NATO liderleri
Gürcistan ve Ukrayna’nın İttifaka üye olmak yolundaki arzularını memnuniyetle
karşıladıklarını, bu ülkelerin NATO üyesi olacakları hususunda görüş birliğine
vardıklarını ve Üyelik Eylem Planının (MAP) üyelik sürecinde bir sonraki adım
olacağını” açıkladılar. Fakat 2008’den bu yana bu iki ülkenin üyelik eylem
planlarına ilişkin yeni bir karar alınmadı.

Elbette
NATO’nun 2008’de Gürcistan ve Ukrayna’nın İttifaka katılım beklentileriyle
ilgili olarak neden böyle bir karar aldığı sorgulanabilir. Esasen kamuoyu
ilgisinin ve ilgili ülkelerin beklentisinin yüksek olduğu o günlerde İttifakın
bu konuda sessiz kalması pek de mümkün değildi. Bu İttifakın caydırıcılığına ve
Açık Kapı Politikasına gölge düşürecek bir tutum olarak algılanabilirdi. Öte
yandan MAP statüsü verilmesi de o günün şartları içinde erken bir karar olurdu.
Dolayısıyla, bu “yapıcı muğlak” formül o günün şartlarında farklı görüşleri
bağdaştıracak bir çıkış yolu olarak görülmüştü.

2008’den Sonra Ne Oldu?

Avrupa
güvenlik mimarisinin ilk olarak Gürcistan’da sarsıntıya maruz kalması esasında NATO-Rusya
ilişkilerini çok etkilemedi. ABD olsun, Avrupa olsun çok kısa sayılabilecek bir
sürede Rusya’yla ilişkilerini yeniden rayına soktular. Dikkatini Uzakdoğu’ya
odaklayan (pivot to Asia) ABD, 2009’da Rusya’yla ilişkilerinde yeni bir dönem (reset)
başlatırken
,
AB de bu yeni döneme ayak uydurmakta
gecikmedi
.
1997’de Rusya’yla “Kurucu Senet” imzalayan ve 2002’de NATO-Rusya Konseyine
hayat veren İttifak bünyesindeki zemin de, Avrupa-Atlantik bölgesinde Rusya’yla
ilişkilerin istikrarlı yönde ilerlemesi için zaten hazırdı.

ABD/NATO/AB-Rusya
ilişkilerindeki balayı 2014 Mart’ında dramatik şekilde son buldu. Rusya’nın
Kırım yarımadasını işgal ve ilhakıyla başlayan, bilahare Ukrayna’nın
doğusundaki Donbas bölgesinde Rusya için “nüfuz bölgesi” tesis etmek üzere
sergilenen Rus saldırganlığı, 2022 Şubat ayında yeni bir aşamaya geçti. Bu kere
hedefte Ukrayna’nın çeşitli şehir ve bölgelerini işgal etmeye dönük bir plan vardı
ve Batı-Rusya ilişkileri tamamen rayından çıktı. Zira karşımızda artık bir yol
kazası değil, uluslararası hukuka ve topluma karşı ciddi ve kapsamlı bir meydan
okuma vardı.

Ukrayna ve Gürcistan 2008’de NATO Üyesi
Olsalardı…

2008’de
NATO üyesi olmayı hak eden koşulları karşılamaktan uzak olan Ukrayna ve
Gürcistan, ABD’nin diğer müttefiklere baskısıyla İttifak üyesi yapılsalardı
neler olurdu sorusu bugün de temel tartışma konularından biri olarak karşımızda
duruyor. Elbette bu soru, mahiyeti itibariyle teorik ve akademik bir tartışma
olarak ele alınmalıdır.

Tüm
yetersizliklerine rağmen bu iki ülke 2008’de NATO üyeliğine davet edilmiş
olsalardı bu davet üyelikle ilgili bir sürecin başlamasına ve bir dizi
prosedürün yürürlüğe girmesine vesile olurdu. Diğer bir anlatımla, üyelik
otomatik olarak gerçekleşmezdi. Olası bir davetin doğurabileceği kritik risk
ise, Rusya’nın Bükreş Zirvesinin hemen akabinde saldırgan ve önleyici bir tutum
ortaya koyup, bu iki ülkeye karşı harekete geçmesi olurdu.

Öte
yandan, Bükreş Zirvesinde her iki ülkenin Rusya-Gürcistan savaşı patlak
vermeden siyasi bir kararla yapılan davetin hemen ertesinde “kısa yoldan” -örneğin
en geç iki aylık bir süre içinde- tam üye yapılmaları kararlaştırılmış olsaydı,
bu ülkeler öncelikle Vaşington Antlaşmasının, “hepimiz birimiz, birimiz hepimiz
için” diye özetlenebilecek 5. maddesinin güvenlik garantisine kavuşmuş
olurlardı. Kendilerini NATO’nun bütünleşmiş askeri yapısı içinde bulurlar ve ABD’nin
nükleer şemsiyesinden yararlanırlardı.

2008
NATO kararının alındığı tarihte Gürcistan’ın da Ukrayna’nın da bağımsız ve
egemen ülkeler olarak toprak bütünlükleri bulunuyordu. Bu itibarla, Rusya’nın
saldırgan eylemleri sonucunda iki ülkenin toprak bütünlükleri henüz ihlal
edilmemişti. Dolayısıyla, Nisan 2008’de bu iki ülkeye NATO üyelikleri için davet
yapılmış ve bu davetin gereğine müttefik ülkelerce çok kısa bir süre zarfında uyulmuş
olsaydı, Rusya’nın aynı yıl Gürcistan’a savaş açmasına, 2014’te Kırım’ı ilhak
edip, Donbas’a uzanmasına, “üyelerinin toprak bütünlüklerinin korunması”
yükümlülüğü temelinde (5. madde) NATO’nun göz yumması mümkün olamazdı. NATO’nun
üyesi olan herhangi bir ülkenin, toprak bütünlüğünü ihlal eden silahlı bir
saldırı karşısında her hal ve karda 5. maddenin işletilmesi yoluna gitmesi
kaçınılmaz olacağından o dönemdeki olası bir Rus müdahalesi NATO’nun Rusya’yla
savaşa girmesiyle sonuçlanırdı.

Öte
yandan, 1997 NATO-Rusya Kurucu Senedi hükümleri uyarınca İttifak, NATO-Rusya
ilişkilerinde gözetilen hassas dengelere göre tıpkı Merkezi ve Doğu Avrupa
ülkeleri ile Baltık ülkelerinde başlangıçta yaptığı gibi, Ukrayna ve
Gürcistan’da daimî askeri mevcudiyet sergilemek yerine büyük bir ihtimalle bu
ülkelerde rotasyona tabi tutulacak kuvvetler (persistent presence)
konuşlandırmayı yeğlerdi. Ardından, bu kuvvetlerin NATO komuta yapısıyla
bağlantılarını sağlayacak çokuluslu irtibat ofisleri -kısacası komuta bağları-
kurardı ve bu tasarruflarını AGİT yükümlülükleri çerçevesinde hem AGİT
bünyesinde hem NATO-Rusya Konseyi’nde gerçekleştireceği şeffaf danışmalar
temelinde hayata geçirirdi.

Son
olarak, çok büyük bir ihtimalle, özellikle Avrupalı güçlerin desteğiyle,
Rusya’nın kendine özgü gördüğü meşru çıkarları ve Avrupa güvenliğinin dayandığı
hassas dengeleri de gözeterek, Avrupa-Atlantik güvenlik mimarisinde derin
istikrarsızlık ve huzursuzluğa yol açmayacak, Rusya’nın da dahil olacağı bir
çerçeve içinde kalmaya özen göstermeye çalışırdı.

Rusya’nın ‘Gerekçeleri’ İnandırıcı Mı?

Rusya’nın
24 Şubat tarihinde başlattığı Ukrayna’yı işgal girişiminin ilgili kurumların
katılımıyla bir danışma sürecinden geçmeksizin, tamamen Başkan Putin’in kararı
olduğuna dair iddialar giderek yaygınlık kazanıyor. Nitekim, işgal öncesinde bu
iddiaları destekleyen bazı işaretler de ortaya çıkmıştı. Öte yandan, Savunma
Bakanlığı ve diğer güvenlik kurumlarının gerekli planları hazırlayıp uygulamaya
koymuş olmaları nihai kararın tek kişi tarafından (Putin) alındığı gerçeğini
değiştirmiyor. Bazı kaynaklara göre Rus Dışişleri Bakanlığı karar sürecinin
tamamen dışında tutuldu; ancak bilahare işgalin dış dünyaya karşı savunulması
görevini üstlenmek zorunda kaldı.

Putin, “Özel Askeri Harekât” diye
tanımladığı Ukrayna’yı işgal hareketini gerek kendi halkına gerek dış dünyaya
karşı meşru göstermek amacıyla çeşitli argümanlar kullandı. NATO’nun yeni
üyeliklerle Doğu’ya doğru genişleyerek Rusya’nın güvenliğini tehdit ettiğini başlıca
gerekçe olarak ileri sürdü. Bu argüman hem Rusya içinde hem diğer bazı
ülkelerde yankı buldu. Ancak Putin’in kararında asıl rol oynayan, kendi bakış
açısıyla “tarihi gerçekler”, yani Ukrayna’nın zamanında Rusya’nın bir parçası
olduğu iddiası, dış dünyada pek kabul görmedi. Temmuz 2021’de yayınlanan “Ruslarla Ukraynalıların
Tarihsel Birliği Hakkında
” başlıklı makalesinde tarihi
olaylara seçici bir yaklaşımla geliştirdiği “Ukrayna’yı uydulaştırma iddianamesi”
işgale meşruiyet kazandırmak şöyle dursun, olsa olsa uluslararası hukukun
açıkça ihlaline delil oluşturabilir niteliktedir.

Nitekim
Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un savaşı önlemek amacıyla yaptığı girişimler
bağlamında Moskova’yı ziyareti sırasında Putin’in NATO’yu şikayetinden ziyade
Macron’a uzun bir “tarih dersi” verdiği açıklandı. Putin, 2014’te Kırım’ın
ilhakı ve Donbas’ın büyük ölçüde Rus kontrolüne geçmesini “tarihin kendisine
yüklediği misyonun yerine getirilmesi” (https://www.bbc.com/news/world-europe-26652058)
bakımından yeterli bulmamış olacak ki Ukrayna’yı işgale kalkıştı. Diğer bir
ifadeyle, Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya üye olma özlemleri bir sır olmamakla
beraber, bunun kolay kolay gerçekleşmeyeceği Rusya dahil ilgili bütün çevreler
tarafından bilinirken, sanki bu konuda karar alınması an meselesiymiş gibi
işgal için bir bahane olarak kullanıldı.

Öte
yandan Rusya’nın Batı tarafından bilinçli olarak sahneye konan bir tuzağa
çekildiğine ilişkin iddialar arkasında güçlü bir müktesebat ve devlet aklı
bulunan bu ülkeyi çok küçümsemek anlamına gelir. Rus diplomasi geleneği son
derece köklü olup, zaman içinde kendisini uyarlayıp yenileyebilmiştir. Rusya
sadece BM Güvenlik Konseyi daimî üyesi olduğu için değil, iyi eğitimli, yabancı
dillere hâkim, deneyimli diplomatları ve kurumsal hafızası sayesinde
uluslararası forumlarda büyük saygınlık kazanmıştır. Ayrıca, yakın zamana
kadar, birçok ülkeyi peşinden sürükleme becerisini de gösterebilmiştir.
İstihbarat örgütleri ise dünyanın en güçlüleri arasındadır. Bu yeteneklere
sahip bir ülkenin saydam, demokratik sistemlerle yönetilen Batı devletlerinin
bir araya gelip gizlice hazırladıkları bir tuzağa düştüğünü ileri sürmek hayal
gücünü gerçekten zorlamakta ve daha önemlisi Rusya’nın, kuvvetini geçmiş tarihi
mirasından alan devlet aklına karşı hakaret teşkil etmektedir.

Üzerinde
önemle durulması gereken husus, kendisinden önce Rusya’nın Batı karşısında
kabullenmek durumunda kaldığı Avrupa güvenlik mimarisini ilgilendiren temel
ilke ve düzenlemeleri kabul etmiş seleflerini suçlamaktan geri kalmayan
Putin’in aslında 2002’de NATO-Rusya Konseyi’nin kuruluşunun dayandığı belge
niteliğindeki 1997 NATO-Rusya Kurucu Senedini ve dolayısıyla Avrupa
güvenliğinin temelinde yer alan başlıca ilkeleri de kabul etmiş olmasıdır.
Bunlar arasında tüm devletlerin egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüklerine
saygı, uluslararası hukukça tanınmış sınırların değişmezliği, kuvvet kullanmama
ve kullanma tehdidinde bulunmama ile her egemen devletin güvenlik
düzenlemelerine ilişkin tercihlerini kendisinin belirlemesinde özgür olmasını
hatırlamakta yarar var. Oysa Putin, 2005’te Sovyetler Birliği’nin dağılmasını
“asrın felaketi” olarak tanımlayarak başladığı ve yıllar içinde geliştirip
güçlendirdiği yeni tarih okumasıyla, bu ilkeleri de revizyonist bir yaklaşımla
sorguladığı ve uluslararası topluma meydan okuduğu bir noktaya geldi. Bu bakış
açısı bazı ülkelerin egemenliklerinin diğer ülkelerinkinden daha sınırlı olduğu
gibi bir varsayım üzerine oturuyor. Diğer bir anlatımla Rusya, Ukrayna (ve
Gürcistan) gibi kendi yakın çevresinde (near abroad) yer alan ülkelerin,
egemenliklerini kendisinin uygun görüp rıza vereceği ölçüde kullanabilecekleri
inancında. Nitekim Putin’in Ukrayna’nın egemenliğine ilişkin 20 Şubat 2022’de
Donetsk ve Lugansk’ın bağımsızlıklarını tanıdığı törensel toplantıdaki açıklamaları bu anlayışı
çarpıcı şekilde ortaya koyuyor.

Elbette
ileride günün birinde Avrupa güvenlik mimarisini ilgilendiren ve halen
uygulanamaz hale gelmiş nükleer ve konvansiyonel silahsızlanma, silahların
denetimi ile güven ve güvenlik artırıcı önlemler alanındaki temel belgelerin
müzakeresi gerekecektir. Bu müzakerelerde Rusya dahil tüm ülkelerin meşru
güvenlik endişelerinin dikkate alınması sürdürülebilir bir düzenleme üzerinde anlaşabilmek
bakımından

gerekli olacaktır. Fakat, Rusya’nın Ukrayna’da başlattığı kabul edilemez ve her
türlü kınamayı gerektiren savaşla da ortaya koyduğu revizyonist yaklaşımın
ulaşmak istediği hedef olan BM Şartı, AGİT kurucu belgeleri ve NATO-Rusya
İlişkilerine Dair Kurucu Senette ifadesini bulmuş temel ilkelerin yeniden
müzakeresine hiçbir zaman fırsat verilmemelidir. Aksi bir yol yeğlenirse, hiç
kuşku yok ki, uluslararası düzen bakımından bir kaos ortamına davetiye
çıkarılmış olur.

Ukrayna’da
sivil halkın katledildiğine, savaş suçları işlendiğine dair haberler de gün
geçtikçe artıyor. İleride bunların hesabı hukuki yollardan mutlaka sorulmalıdır.
21. Yüzyılda bu tür hunharca davranışlara müsamaha gösterilmesi bir seçenek olamaz.
Saçmalık derecesinde gereksiz bu savaşın bir an önce sonuçlanması Ukrayna kadar
Rus halkının da yararınadır. Bu gerçekliğin Rus liderliğince ne zaman teslim
edileceğini ise zaman gösterecektir.

Ahmet Üzümcü, Büyükelçi (E)
Büyükelçi. 1951 Yalova doğumlu. Ankara Üniversitesi SBF mezunu. Halep’te başkonsolos, Tel Aviv’de büyükelçi ve Türkiye’nin NATO, bilahare de BM Cenevre Ofisi nezdinde daimi temsilciliğini yaptı. Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü (OPCW) genel direktörlüğü görevini sürdürdükten sonra emekli oldu.

Tacan İldem ,Büyükelçi (E)
2020 Nisan ayına kadar NATO Genel Sekreter Yardımcılığı görevini yürüten Büyükelçi (E) Tacan İldem 2019 Londra Liderler Zirvesi kararı uyarınca NATO Genel Sekreteri tarafından oluşturulan ve hazırladığı rapor son Dışişleri ve Savunma Bakanları toplantılarında görüşülen NATO 2030 Değerlendirme Süreci Uzmanlar Grubunda görev aldı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi mezunu olan Büyükelçi İldem 43 yıl süren meslek hayatında AGİT Daimi Temsilciliği, NATO Daimi Temsilciliği ve Lahey Büyükelçiliği görevlerinde Türkiye’yi temsil etti. Dışişleri Bakanlığı Uluslararası Güvenlik İşleri Genel Müdürlüğü ve Cumhurbaşkanlığı Özel Kalem Müdürü, Dişişleri Başdanışmanı ve Sözcüsü görevlerinde bulundu. Mesleğinin daha önceki yıllarında Brüksel’de NATO Daimi Temsilciliğinde, Yeni Delhi, Vaşington ve Atina Büyükelçiliklerinde çeşitli kademelerde görev aldı. İldem İtalya Dayanışma Yıldızı Liyakat Nişanı ve Arnavutluk Devlet Şükran Madalyası sahibidir.

Fatih Ceylan, Büyükelçi (E.)
1957 Bursa doğumlu. 1979 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl Dışişleri Bakanlığına girdi. Master Derecesini Rutgers(ABD)/Princeton Üniversitelerinden aldı. İslamabad Büyükelçiliği, Deventer Başkonsolosluğu ve NATO nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğinde, Brüksel Büyükelçiliğinde ve AB nezdindeki Türkiye misyonunda çalıştı.Düsseldorf’ta Başkonsolosluk, Sudan ve NATO nezdinde Büyükelçilik yaptı. Merkezdeki son görevi İkili Siyasi İlişkilerden Sorumlu Müsteşar Yardımcılığıydı. 2019 Şubat ayında emekliye ayrıldı.


Bu yazıya atıf için: Ahmet Üzümcü, Tacan İLDEM ve Fatih Ceylan, “Ukrayna ve Gürcistan 2008’de NATO Üyesi Olsalardı Küresel Gündem Nasıl Şekillenirdi?” ,Panorama, Çevrimiçi Yayın, 8 Nisan 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/04/08/ukrgrc-nato/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.