Realizm ve Ukrayna Savaşı – Mehmet Ali Tuğtan

Rusya’nın Ukrayna’ya
saldırısı ile başlayan savaş beşinci ayını geride bırakırken, uluslararası
ilişkiler ve güvenlik çalışmaları camiasında eşine ender rastlanan bir tartışma
devam ediyor: Disiplinin geleneksel, muhafazakâr, devlet ve askeri güvenlik
odaklı olarak tanımlanan ekolü realizmin savunucuları, Rusya
ve Ukrayna arasındaki savaşın diplomasi yoluyla ve gerekirse Ukrayna tarafından
verilecek tavizler çerçevesinde barışçıl yöntemlerle çözülmesini savunuyor.
Disiplinin
liberal olarak tanımlanabilecek temsilcileri ise, realistleri olayların seyrini doğru
biçimde öngörememek ve kamuoyunu yanıltmakla suçlarken
,
Rusya’nın Ukrayna tarafından kesin bir yenilgiye uğratılmasının savaşın yegâne
kabul edilebilir sonucu olduğun öne sürüyor. Liberallerin realistleri
‘yatıştırmacılık,’ hatta ‘Rus yanlılığı’ ile itham ettiği bu garip durum, bir
tür ayna yansıması paralel evrenden çıkıp gelmiş gibi görünüyor.

Bu yazıda, realistlerin
Ukrayna Savaşı konusundaki öngörü ve politika önerilerine temel teşkil eden teorik
varsayımların bazılarından bahsetmeye çalışacağım. Amacım, realist teorinin
aktörlerin rasyonalitesi, güç ve uluslararası sistemin yapısına dair temel
varsayımlarının, realistlerin Ukrayna savaşını ne şekilde görmelerine yol
açtığını irdelemek ve böylece, yanıltıcı görünen tahminleri ve bazıları çok
büyük tepki çeken realist politika önerilerinin teorik arka planını ortaya
koymaktır. Tabii belirtmek gerekir ki, tüm realistler diplomasi yanlısı
değildir: Realist
argümanlar çerçevesinde savaşın devamını savunanlar
da
mevcuttur. Ancak genel eğilim bunun tersidir ve ben de bu geneli incelemeye
çalışacağım.

Realist uluslararası
ilişkiler uzmanlarının Ukrayna Savaşı ile ilgili maruz kaldıkları başlıca eleştiri,
Batının
Rusya’ya karşı politikalarının bir sonucu olarak geleceğini ısrarla
belirttikleri bir savaşın
, kapsamını ve seyrini öngörmek
konusundaki başarısızlıklarına dairdir. Realistler, 2022 başı itibariyle Rusya’nın
Ukrayna’ya saldıracağını doğru biçimde öngörmüş
,
ancak askeri harekâtını ülkenin doğusunda ayrılıkçı güçlerin Ukrayna ordusu ile
çatıştığı Donbas Bölgesi ile sınırlı tutacağını tahmin etmişlerdir. Rusya’nın
Ukrayna’nın tamamına yönelik ve ülkenin rejimini ve siyasi sınırlarını
değiştirmeyi amaçlayan bir harekâta girişmesi, realist gözlemciler için bir
sürpriz olmuştur.

Bu konuda realistlere
yöneltilen eleştirinin temelinde, realistlerin Rusya’nın (Daha doğrusu
Putin’in) rasyonel bir aktör gibi davranacağını varsaydıkları; oysa Rusya’nın
uluslararası ilişkilerde kanun tanımaz bir devlet, Putin’in ise pandemi
sırasında giderek daha izole hale gelmesi, kişisel
psikolojisi
, sübjektif
siyasi ve tarihsel değerlendirmeleri
ya da (Dış dünyanın
bilmediği) sağlık
sorunları
gibi sebeplerle rasyonel düşünme yeteneğinden mahrum
olduğu iddiası yatar. Bu iddiaya göre realistler bu durumu öngörememiş,
Putin’in şahsında Rus devlet aklının basiretli (Prudent) bir seçim yapacağını varsayarak yanılmışlardır. Talihin
bir cilvesi, klasik realizmin babaları Hans J. Morgenthau, E. H. Carr ve Reinhold
Niebuhr gibi figürlerin, dönemin liberallerinin Almanya ve Hitler hakkındaki
yanılgılarına yönelik eleştirileri, bugün Rusya ve Putin bağlamında realistlere
yöneltilmektedir.

Realist ekolün Rusya ve
Putin’in tutumuna dair varsayımlarına temel teşkil eden rasyonel aktör modelini
incelediğimizde, teorinin önemli bir nitelendirmesi ile karşılaşırız. Realizm,
karar vericinin daima ve mükemmel biçimde rasyonel davranacağını değil, güç
cinsinden ifade edilen çıkarlarını korumak için doğasının müsaade ettiği
ölçüde, elindeki veri ve imkanlar dahilinde rasyonel davranmaya çalışacağını
varsayar. Realistlerin referans verdiği klasik tarihsel metinlerin tarif ettiği
haliyle insan doğası oldukça karanlıktır. İnsan, kendisini buna zorlayan bir
üstün güce tabi olmadığı sürece sınırlı kaynaklarla tatmini mümkün olmayan
arzulara sahiptir. İstekleri her zaman rasyonel nedenlerden kaynaklanmadığı
için makul değildir; genellikle, ancak güç yoluyla elde edilebilir veya
sınırlandırılabilirler. İnsanın şiddete eğilimi sadece rasyonel kendini koruma
güdüsünden değil; korku, tutku, şan ve şöhret düşkünlüğü gibi gerçeklikle
sübjektif ilişkisine özgü motivasyonlardan da kaynaklanır. Buna ek olarak
insanın çoğu zaman tam durumsal farkındalık, kapsamlı ve doğru bilgiden mahrum
olması, onu sübjektif değerlendirmeler ya da sezgi yoluyla karar almaya iter.
Yankı odası ve grup düşüncesi gibi etkenler, verilerin nesnel
değerlendirilmesini engeller. Dolayısıyla insan, hayati çıkarları söz konusu
olduğunda kendi içinde tutarlı ve rasyonel hareket etme eğiliminde olmakla
birlikte, her zaman bunu başaramaz.

Peki, realistler neden
karar vericilerin yine de genel olarak güç cinsinden ifade edilen çıkarları
bağlamında rasyonel davranacağını varsayar? Realizm, bu şekilde davran(a)mayan
ve davran(a)mamakta ısrar eden aktörlerin ödeyecekleri bedellerin giderek
artması sonucunda ya davranışlarını değiştirmeleri gerekeceği, ya da ‘resimden
düşerek’ artık etkili bir aktör olmaktan çıkacaklarını öngörür. Bu konuda
verilen en bariz örnek,  3. Fransız
Cumhuriyeti’dir: Birinci Dünya Savaşının galipleri arasında yer alan Fransa,
iki savaş arası dönem boyunca takip ettiği hatalı politikaların bedelini, 1940
baharında Nazi Almanya’sına altı hafta içinde yenilip savaş dışı kalarak
ödemiştir. Devletler için güç cinsinden ifade edilen çıkarları hilafına
davranmak, yokuş yukarı bir süreçtir ve devam ettirilmesi giderek daha
maliyetli hale gelir. Bu da karar alıcıları ülkelerinin güç cinsinden ifade
edilen çıkarlarına uygun davranmaya iter. Dolayısıyla, realizme göre bir karar
alıcının ne yapacağını öngörmek için mümkün olan tüm seçeneklere değil, güç
cinsinden ifade edilen çıkarlarını koruyacak ve geliştirecek, yani ‘basiretli’
hareket tarzının (Prudent Course of
Action
) ne olduğuna yoğunlaşmak gerekir. Zira, basiretli hareket tarzının
kendini dayatmak gibi bir özelliği vardır.

Karar alıcının
rasyonalitesi açısından realistlerin Ukrayna Savaşına dair öngörülerine temel
teşkil eden en önemli unsur, bir değişken olarak askeri gücün belirleyiciliğidir.
Tabii ilk başta bu çelişkili bir ifade gibi görülebilir: Rusya’nın 2021
sonbaharında Belarus ile ortaklaşa yürüttüğü Zapad-2021 tatbikatı sonrasında
birliklerini geri çekmemesi, aksine Ukrayna ile arasındaki kriz giderek
derinleşirken Ukrayna sınırına askeri yığınak yapmaya devam etmesi, Amerikan
istihbaratı başta olmak üzere diğer gözlemcilerin genel
bir Rus saldırısına işaret ettiği sonucuna varmalarına yol açarken
,
realistler neden aksini savunmuştur? Bunun sebebi, daha sonra sahada da teyit
edilecek olan askeri güç gereksinimi ile ilgili varsayımlarıdır. Ukrayna
konusunda realizme yönelik eleştirilerin kişisel odak noktasını oluşturan John Mearsheimer’ın da
ifade ettiği üzere
, savaştan önce Rusya’nın Ukrayna sınırlarına
yığdığı asker toplamı 190.000’i geçmemiştir ve konu uzmanlarının ortak görüşü,
bu çapta bir askeri güçle Ukrayna boyutlarına ve nüfusuna sahip bir ülkenin topyekûn
işgalinin mümkün olmadığıdır. Bu da realist gözlemcileri, Rus ordusunun
başarılı bir işgal gerçekleştirebilmesi için seferberlik ilan etmesi gerektiği,
seferberlik ilan edilmediği sürece Rus saldırısının amaçlarının sınırlı
kalacağı sonucuna götürmüştür. Nitekim bu konu Rusya içinde de tartışılmış,
ancak seferberlik
ilan edilmesi yönünde tavsiyeler Putin tarafından yerine getirilmemiştir
.

Belirtmek gerekir ki bu
tür hesap hataları, sadece Rusya gibi otoriter yönetimlere özgü değildir: Benzer
bir tartışma, Irak’ın ABD tarafından 2003’teki işgali öncesinde dönemin
Genelkurmay başkanı Eric Shinseki ile Savunma Bakanı Donald Rumsfeld arasında
da geçmiştir. Rumsfeld, 100.000 askerin altında bir güç kullanmak isterken,
Shinseki savaşın başlamasından birkaç hafta önce Senato Silahlı Kuvvetler
Komitesine ifade vererek Irak gibi büyük bir coğrafya ve nüfusun işgal sonrası
kontrolü için çok daha fazla askere ihtiyaç duyulacağını belirtmiştir. Ancak
Rumsfeld ve ekibi aşağı yukarı tasarladıkları sayıda askerle (130.000) Irak’ın
işgalini tasarlayıp gerçekleştirmiş, asker
sayısının yetersizliği Shinseki’nin öngördüğü üzere ABD ve müttefiklerinin
işgal sonrasında yaşadığı sorunlarda önemli bir faktör olmuştur.

Kısaca özetlemek
gerekirse, karar alıcılar her zaman ülkelerinin güç cinsinden ifade edilen
çıkarları bağlamında rasyonel davranmaz, ancak realizmin ifade ettiği üzere, er
veya geç bunun sonuçları ile karşılaşırlar. Ukrayna’yı işgal girişimi sırasında
Rusya’nın başına gelenler de bu çerçevede değerlendirilebilir: Rus tarafı,
seferberlik ilanı yerine büyük miktarlarda asker kullanmaya ihtiyaç
bırakmayacak, ancak riskli bir strateji benimsemiştir. Bu strateji
doğrultusunda savaşın ilk haftasında başkent Kiev yakınlarına havadan indirilen
özel kuvvetlerin öncülük edeceği bir ‘decapitation
strike’ ile Ukrayna hükümetini devre dışı bırakarak

Ukrayna ordusunun ve halkının direnişini etkisizleştirmeyi planlamıştır. Ancak
Ukrayna savunmasının çoğu askeri gözlemcinin beklentilerinin üstündeki başarısı
bu planı akamete uğratınca, savaşın ikinci aşamasına geçilmiştir. Bu aşamada
Rus birlikleri ülkenin güney, doğu ve kuzeyinde büyük şehirlere saldırmış;
ancak Ukrayna ordusu ve yerel savunma birliklerinin iyi hazırlanmış ve motive
savunması karşısında, böylesine geniş bir cephe hattında, genel bir işgali
başaracak sayıda askerleri olmaması nedeniyle güney cephesi haricinde
istedikleri sonuçları alamamış ve ağır kayıplara uğramıştır. Dolayısıyla savaşın
üçüncü aşamasında birliklerini Ukrayna’nın doğusu ve güneyinde yoğunlaştırmış,
nitekim bunu
yaptığı andan itibaren kendisi için daha olumlu sonuçlar almayı başarmıştır
.
Nüfusun nispeten daha Rus yanlısı olduğu bir bölgede, daha kısıtlı bir alanda,
daha kısa lojistik zincirlerine bağlı olarak ve eldeki asker sayısıyla uyumlu
bir strateji izlenmesi, realistlerin savaşın başlangıcında öngördüğü, Putin ve
generallerinin ise zor yoldan edindikleri tecrübe sonucunda ulaştıkları
basiretli hareket tarzı olarak kendini dayatmıştır. Bu noktadan sonra savaş,
Batının Ukrayna’ya artan askeri desteğine rağmen Donbas bölgesinde Rus
güçlerinin kontrolü sağlamasıyla bir durağanlık aşamasına girmiştir. Bu aşamada
askeri gözlemciler, Ukrayna
ordusunun karşı saldırıya geçerek Rus ordusunu yenilgiye uğratmak için ihtiyaç
duyduğu silah, teçhizat, eğitim ve diğer kaynakların kısa vadede sağlanmasının
mümkün olmadığında hemfikirdir
.

Ukrayna Savaşı konusunda
realistlere yöneltilen ikinci ve üçüncü eleştiriler birbiri ile bağlantılıdır:
Buna göre realistler, Rusya’nın
gücünü fazlasıyla abartmış
ve savaşın seyri konusunda kamuoyunu
yanıltacak iddialar ortaya atmıştır (ikinci eleştiri). Dolayısıyla da
Ukrayna’nın Rus işgalcileri kesin bir yenilgiye uğratmak üzere karşı taarruza
geçmek için desteklenmesine karşı çıkmış, gerekirse Ukrayna’nın toprak da dahil
taviz vermesi gibi adil ve ahlaki olmayan yollarla savaşın bir an önce sona
erdirilmesini savunmuşlardır (Üçüncü eleştiri). Bu eleştiri, savaştan önceki
kriz aşamasında realistlerin NATO’nun yürüttüğü açık kapı politikasına
itirazlarını da kapsayacak şekilde, “Ukrayna halkının ve hükümetinin iradesini
yok saymak” olarak ifade edilmiş ve realizme yönelik daha genel “Ahlak
yoksunluğu” veya “Ahlaki iflas” suçlamalarıyla birleştirilmiştir. Hatta John
Mearsheimer’ın şahsında realistler, ‘Rus
yanlılığı’ ile itham edilmiştir
. Zira Mearsheimer,
2014’ten bu yana ısrarlı biçimde Ukrayna’nın Rusya tarafından işgal edilmesi
ile sonuçlanan krizde baş sorumlunun ABD ve NATO’nun açık kapı politikası
olduğunu belirtmekte; halen devam eden savaşta Ukrayna’nın altyapı ve
ekonomisinin tahrip olacağını, nüfusunun mülteci konumuna düşeceğini ve korkunç
sivil ve askeri kayıplar vereceğini öngörerek bu durumun engellenmesinin tek
yolunun diplomatik bir çözüm olduğunu öne sürmektedir. Bu tartışmanın bir diğer
odak kişisi, Ukrayna’ya barış
için Rusya’ya toprak tavizi vermesi gerektiği tavsiyesinde bulunduğu öne
sürülen
ABD’nin dış siyaset duayeni Henry Kissinger’dır. 23
Mayıs 2022’de video link üzerinden katıldığı Dünya Ekonomik Forumu Davos
Zirvesinde Kissinger şöyle
demişti
:

“Müzakerelerin,
kolayca üstesinden gelinemeyecek karışıklıklar ve gerilimler yaratmadan önce
önümüzdeki iki ay içinde başlaması gerekiyor. (…) İdeal olarak, ayrım çizgisi
savaş öncesi statükoya geri dönüş olmalıdır. (…) Savaşı bu noktadan öteye
sürdürmek, Ukrayna’nın (…) özgürlüğü için değil, Rusya’nın kendisine karşı yeni
bir savaş olacaktır.”

Kissinger ve Mearsheimer’ın
şahsında realistlerin ‘Rus yanlılığı’ ve ‘Ahlak yoksunluğu’ ile itham
edilmelerine yol açan görüşlerinin temelinde, neorealizmin güç, uluslararası
sistemin yapısı ve bu yapının aktörler üzerindeki sınırlayıcılığına dair
varsayımları vardır. Bu varsayımları kısaca özetlersek: Uluslararası sistemin
belirleyici değişkeni devletler arasındaki kabiliyet (capability) dağılımıdır. Kabiliyet, devletlerin herhangi bir gerçek
durumda güce tahvil edebilecekleri imkanları içerir. Bu imkanlar temelde
askeri, ekonomik, demografik ve teknolojik kategorilerde değerlendirilir ve
buna bağlı olarak ülkelerin sınıflandırılmasını mümkün kılar. Güç, klasik
realistlerin ifade ettiği üzere psikolojik, kültürel ve fikirsel unsurları da
içeren, “insanın insan üzerinde kontrol tesis etmesini sağlayan her şeydir.”
İki devletin karşı karşıya geldiği her bir durumda, gücün içeriğinin ne olduğu
o duruma göre yeniden tanımlanır ve bu nedenle güç, ünite seviyesinde bir
kavramdır. Kabiliyet dağılımı ise sistemik bir özelliktir ve sistem içindeki
aktörlerin birbirleri ile etkileşimlerinde güç unsuru olarak kullanabilecekleri
şeylerin çerçevesini belirler. Kabiliyet dağılımı açısından uluslararası
sistemdeki üniteleri küçük, orta ve büyük güçler olarak sınıflandırmak
mümkündür. Büyük güçler arasındaki kabiliyet dağılımını incelemek, bize sistemin
yapısı hakkında fikir verir. Tek bir büyük gücün diğerlerinden nitelik ve
nicelik olarak belirgin biçimde daha fazla kabiliyetleri haiz olduğu sistemler
tek kutuplu, iki büyük gücün bu kabiliyetleri haiz olduğu sistemler çift ve
ikiden fazla olanlar da çok kutuplu sistem olarak tanımlanır.  

Kabiliyet dağılımı
realist teorinin pek de iyi anlaşılmayan, kabiliyet ve güç tanımlarının
dikkatli incelenmemesi sonucu sıklıkla birbiriyle karıştırıldığı alanlarından
biridir. Oysa neorealizmin babası Kenneth Waltz, uluslararası ilişkilerin
incelenmesi için bir teori ortaya koyarken benimsediği temel amaçlardan biri olan
teorik basitliği, bu kilit kavram sayesinde gerçekleştirir. Kabiliyet dağılımı,
klasik realistlerin her durum için belirsiz sayıda ünite seviyesinde değişkenin
incelenip, bu incelemeye göre yeniden tanımlanması gereken güç kavramının
aksine, az sayıda ve uzun dönemlerde sabit kalan değişkene bakarak, iki ülke
arasındaki bir çatışmanın sonuçlarının çok yüksek olasılıkla hangi aralık içine
düşeceğini tahmin edebilmemizi sağlar. Bu da bize, herhangi bir devletin,
herhangi bir durumda benimseyebileceği hareket tarzlarının, hangi yapısal
kısıtlamalara tabi olduğunu gösterir. Böylece sistem içindeki devamlılıkları
büyük bir isabetle ve çok az sayıda değişkene bakarak öngörme yeteneği
kazanırız.

Realistler, günümüz
uluslararası sistemini, büyük güçler arasındaki kabiliyet dağılımı açısından gevşek
bir çok kutuplu sistem
olarak tanımlamaktadır. Bu sistemde
Rusya bir büyük güç, Ukrayna ise onun periferisinde yer alan bir orta boy
güçtür. Kabiliyet dağılımı nitelik ve nicelik açısından Rusya’nın lehine olduğu
için Ukrayna’nın Rusya karşısındaki seçenekleri, Rusya’nın Ukrayna karşısındaki
seçeneklerine kıyasla daha sınırlıdır. Ukrayna, tek başına Rusya ile girişeceği
bir askeri mücadelede Rusya’yı yenilgiye uğratabilecek güç unsurlarından yoksun
olduğu için iki seçeneği vardır: a) Rusya ile ittifaka gitmek (bandwagoning) ya da b) Rusya’yı ona denk
kabiliyetleri olan başka büyük güçlerin güvenlik garantileri sayesinde
dengelemek (balancing). Tabii ikinci
seçenek, ancak Rusya’yı dengelemesi beklenen diğer büyük güçlerin rızası ve
katılımı ile uygulanabilir. Realist teori, yukarıda ifade ettiğimiz üzere
devletlerin bu tür şeyleri ancak kendi güç cinsinden ifade edilen çıkarlarına
uygun görürlerse yaptıklarını varsayar. NATO’nun 2008 Bükreş Zirvesi Sonuç
Bildirgesine yansıyan ve Ukrayna ve Gürcistan başta olmak üzere Rusya’nın
etrafındaki daha küçük komşularına NATO üyeliği imkanı tanıyan açık kapı
politikası, bu açıdan bakıldığında sistemin başlıca büyük güçleri olan ABD ve
onun Avrupalı müttefikleri ile Rusya ve onun müttefikleri arasındaki bir
hakimiyet mücadelesinin sonucudur. Rusya Devlet Başkanı Putin, birden fazla
kamuya açık deklarasyonla Rusya’nın bu konuyu bir beka tehdidi olarak gördüğünü
belirtmiş, itirazlarına rağmen Ukrayna üyelikte ısrar ederse ülkesinin
tepkisinin ne olacağını önce söz, krizin son aşamalarına doğru ise eylemle
(askeri yığınak) ifade etmiştir. Rusya’nın askeri kabiliyetlerinin, böyle bir
durumda Ukrayna’yı üyelikten alıkoymaya yeterli olduğu da tüm muhataplarının
malumudur. Yani, Rusya’nın tepkisinin olumsuz olacağı ve gerekirse Ukrayna’nın
NATO üyeliğini engellemek için askeri güç kullanabileceği hem Ukrayna, hem de
açık kapı politikasını sürdüren ABD ve NATO müttefiklerince bilinmektedir.
Dolayısıyla realist açıdan bakıldığında, Rusya’nın yapabileceği bilinen
(kabiliyet dağılımı) ve yapacağını söylediği (karar vericinin deklarasyonları)
bir şeyi yapmış olmasında şaşırtıcı bir durum yoktur.

Realistlerin şiddetle eleştirilmelerine yol açan, savaşın sona erdirilmesi için Ukrayna’nın geçici olarak toprak kayıplarını kabul etmesi önerilerinin temelinde de kabiliyet dağılımına dayanan bu yapısal analiz vardır. Çünkü realistler, bir büyük güç olan Rusya’nın, bir orta boy güç olan Ukrayna ile çatışmasının olası sonuçlarının hangi aralığa düşeceğini bu çerçevede değerlendirmektedirler. Bu açıdan bakıldığında, askeri olarak Ukrayna’nın Rusya’yı konvansiyonel bir savaşta kesin bir yenilgiye uğratabilmesi çok güçtür. Zira Rusya’nın bu savaşta henüz kullanmadığı, ancak karar vericilerinin bir beka sorunu olarak gördüklerini daha önce defalarca ifade ettiği bu çatışmadan galip çıkmak için, gerek duyarsa güce tahvil edebileceği kabiliyetleri vardır. Bunların en önemlileri, Rusya’nın sahip olduğu ancak Ukrayna’nın sahip olmadığı enerji başta olmak üzere ekonomik kaynaklar, endüstriyel altyapı, gelişmiş konvansiyonel ve nükleer silahların yanı sıra, Rusya’nın seferberlik ilan ettiği takdirde sahip olacağı sayısal üstünlüktür. Ukrayna, halkının ve ordusunun kahramanlığı ve fedakârlığı; batılı ülkelerin ve komşularının askeri ve ekonomik desteği sayesinde işgalcilere ağır kayıplar verdirebilir, hatta bir noktada Rusya’yı bu işgalin hedeflerini ve maliyetini gözden geçirerek amaçlarının önemli bir kısmından taviz vermeye zorlayabilir. Ancak nihai olarak savaşın sonucunu belirleyecek olan şey, Rusya’nın hangi kabiliyetlerini ne ölçüde güce tahvil edeceği ve Ukrayna direnişi karşısında hangi bedelleri ödemeye istekli olacağıdır. Dolayısıyla, kabiliyet dağılımı üzerinden yapılan bir analiz, savaşın sonucu konusunda Ukrayna’dan çok Rusya’nın iradesine odaklanacaktır. Nitekim Ukrayna tarafına direnmesini tavsiye edenlerin büyük çoğunluğunun da amacı, aslında bu direniş yoluyla kesin bir askeri başarı kazanmak değil, Rusya’nın iradesini kırarak amaçlarını yeniden gözden geçirmesini sağlamaktır. Zira iki ülke arasındaki kabiliyet farkı, Ukrayna’nın Rusya’yı askeri olarak kesin bir yenilgiye uğratmasına uygun değildir. Savaşın tek kabul edilebilir sonucu olarak Rusya’nın kesin yenilgisinde ısrar etmek, savaşın uzamasına, insani kayıpların ve ekonomik zararların artmasına yol açacaktır. Realist perspektiften bakıldığında esas ahlaksızlık, bu durumu bile bile Ukrayna halkı ve hükümetini, kesin zafer amacıyla savaşın devamına teşvik etmektir. Yapılması gereken, Kissinger’ın Davos’ta ve daha sonra Spiegel Dergisine verdiği röportajda ifade ettiği üzere, 24 Şubat öncesi durumu esas alan bir ateşkesi hedeflemektir.

Bu ateşkesi takiben Ukrayna ve batılı müttefikleri, bir yandan Ukrayna’nın askeri ve ekonomik kabiliyetlerini arttırırken diğer yandan Rusya’nın elinde kalan Ukrayna topraklarının geri alınması için yaptırımları ve diplomatik yolları zorlamak seçeneğine sahip olacaklardır. Eğer diplomatik yöntemler ve yaptırımlar işe yaramazsa, ileride askeri ve ekonomik kabiliyetleri gelişmiş bir Ukrayna’nın, görece olarak zayıflamış bir Rusya’dan topraklarını geri almak için daha fazla şansı olacaktır. Bu hareket tarzı, savaşın dünya ekonomisinde yarattığı şok etkilerini ve halen Ukrayna toprakları ile sınırlı olan bu savaşın, büyük güçler arasında genel bir çatışmaya dönüşmesi veya başka bölge ülkelerini içine alarak yayılması riskini de azaltacaktır. Aynı coğrafyadan bir örnek vermek gerekirse Azerbaycan, Ermenistan tarafından işgal edilen topraklarını otuz yıl bekledikten sonra bu yöntemle geri almıştır. Bu nedenle realist perspektiften bakıldığında esas ahlaksızlık, kabiliyet dağılımındaki dengesizliği bile bile Ukrayna’yı, savaşın şiddetlenerek devamına yol açacak ofansif yöntemler konusunda desteklemek ve böylece Rusya’yı bu çatışmada henüz güce tahvil etmediği kabiliyetlerini kullanmaya zorlamaktır. Ukrayna Rusya’yı yıpratabilir, hatta beklentilerin aksine kesin bir askeri yenilgiye de uğratabilir. Fakat verili kabiliyet dağılımı içerisinde bunun olma ihtimali olmama ihtimalinden daha düşüktür. Üstelik, her iki seçenekte de savaşın şiddetlenmesi, insan kayıplarının ve ekonomik zararın artması yüksek bir olasılıktır. Bu görüşe itiraz edenler ise, kabiliyet dağılımına bakarak yapılan analizin sonuçlarının, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete dönüştüğüne işaret etmektedir. Bu görüşe göre Rusya’ya sahip olduğu kabiliyetler nedeniyle ‘özel muamele’ göstermek anlamsızdır, ABD ve müttefikleri kendi değerleri etrafında oluşan bir siyaset izleyerek Rusya ve diğer otoriter rejimlere karşı daha cesur olmalıdır. Halen hangi tarafın haklı çıkacağını bilmiyoruz, John Mearshimer’ın dediği gibi, “Hiçbirimiz ne olacağını bilemeyiz.” Bildiğimiz, Ukrayna savaşının ilerleyen safhaları, hangi tezin daha yüksek bir geçerliliği olduğunu gösterecektir. Bu bağlamda son üç günde Ukrayna’nın Harkiv bölgesinde elde ettiği başarıların devamının gelip gelmeyeceği, gelirse Rus tarafını geri çekilmeye mi yoksa Serhat Güvenç’in ifade ettiği gibi savaşı tekrar kendi lehine çevirmek için seferberlik ilan etmek gibi henüz güce tahvil etmediği kabiliyetlerini kullanmaya mı zorlayacağı belirleyici olacaktır.


Bu yazıya atıf için: Mehmet Ali Tuğtan, “Realizm ve Ukrayna Savaşı” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 19 Eylül 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/09/19/ukr3/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.


Dr. Öğretim Üyesi Mehmet Ali Tuğtan, 2008 yılından bu yana İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Doktora derecesini 2008 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi programından almıştır.  Uzmanlık alanları Türk-Amerikan İlişkileri, Güncel Dünya Politikası ve Güvenlik çalışmalarıdır.