İtalya’da Yaklaşan 25 Eylül 2022 Erken Seçimi Üzerine – Gökçen Yavaş

İtalya 25 Eylül’de yapılacak erken seçimlere hazırlanıyor. Bu seçim kararı, geçtiğimiz Temmuz ayı ortasında, hükümet ortakları arasında patlak veren siyasi bir krizle birlikte, İtalya Başbakanı Mario Draghi’nin istifası ve parlamentonun feshedilmesi neticesinde alınmıştı. Bu nedenle, İtalya bugünlerde, iç ve dış koşullarla birlikte, seçim yarışında öne çıkan parti liderleri açısından, siyasi yaşamının en tartışmalı dönemlerinden birini yaşıyor. Ülke gündemini meşgul eden konuların başında ise, İtalya’nın Kardeşleri (Fratelli d’Italia/FdI), Lig Partisi (Lega) ve Forza Italia (FI) gibi aşırı sağ partilerin oluşturduğu ittifak yer alıyor. Kamuoyu yoklamalarına bakıldığında bu ittifakın kazanma olasılığı hayli yüksek. Bu yazıda, krizin ortaya çıkışı, ülkede süreklilik gösteren siyasi istikrarsızlık ve gelecek 25 Eylül seçimine dair –  söz konusu sağ ittifaka dikkat çekilerek – genel bir değerlendirmeye yer verilecektir.  

Kriz nasıl ortaya çıktı?

13 Şubat 2021’den beri iktidarda olan
Draghi Hükümeti, Ulusal Birlik adı altında hem sol hem de sağ partileri
içeriyordu. 5 Yıldız Hareketi (Movimento 5 Stelle/M5S), Demokratik Parti
(Partito Democratico/PD), Forza Italia, 
Lig Partisi, Madde 1-Demokratik ve İlerici Hareket (Articolo 1-
Movimento Democratico e Progressista/Art.1-MDP), Italia Viva (IV), Azione gibi
partiler koalisyon içinde başlıca partiler olarak yer aldı. Ek olarak, 5 Yıldız
Hareketi’nin eski başkanı ve Dış İşleri Bakanı Luigi Di Maio’nun, söz konusu
partiden ayrılan 50 milletvekili ve 12 senatör ile birlikte kurduğu Gelecek İçin Birlikte (Insieme per il
Futuro/Ipf) partisi de ittifakta bulunuyordu. Daha Draghi’yi görevi süresince meşgul
eden başlıca meseleler, kuşkusuz Avrupa Birliği’nden İtalya’ya toplamda 200 milyar
kadar Euro sağlayacak olan Kurtarma Fonu’nun kullanılmasına yönelik hayata
geçirilen Ulusal İyileşme ve Dayanıklılık Planı’nı ve
reformlara yönelik yasaları parlamentoya kabul ettirmek oldu. Bu açıdan, Avrupa
Merkez Bankası’nın önceden başkanlığını yürüten Draghi’nin kurduğu geniş
katılımlı hükümetin görevde olması umut vericiydi. Ancak ne var ki, Draghi’nin
kararlılığı da, İtalyan siyasetinin istikrarsız yapısına daha fazla direnemedi.

Bu süreçte ülke iki önemli
baskıyla karşı karşıya kaldı. Birincisi, bu reformların gerçekleştirilmesine yönelik
henüz yasaların parlamentodan geçirilmesi sırasında hükümet içinde çatlakların
ortaya çıkması. Ülkede yaşanan krizlere, hükümet içinde Ukrayna’ya yönelik
politikalarla ilgili görüş ayrılıkları da eklendi. Diğer önemli bir husus da, ülkede
yükselmekte olan İtalya’nın Kardeşleri gibi popülist bir sağ partinin, hükümet
karşıtı söylemlerini keskinleştirmesi ve seçim taleplerini ısrarla dile
getirmesi.

Draghi, son zamanlarda özellikle
Ukrayna’da çıkan savaşın ardından, Rusya ve Ukrayna arasında yeterince dengeli
bir politika izlemediği gerekçesiyle, 5 Yıldız Hareketi tarafından sıklıkla
eleştiriliyordu. Bu süreçte 14 Temmuz günü, 5 Yıldız Hareketi, Parlamento’nun
üst kanadı olan Senato’da gerçekleştirilen bir yardım
paketine
yönelik güven oylamasına katılmayarak Ulusal İttifak’ta ciddi
bir çatlak yarattı. Paket, ailelerin ve küçük işletmelerin mevcut enerji krizi
ve gıda fiyat artışlarından etkilenmesini önleyecek 23 milyar Euro içeriyordu. Senato’da
yeterli güven oyu sağlansa da, Draghi, hükümetteki sorunları gerekçe göstererek
Cumhurbaşkanı Sergio Mattarella’ya istifasını sundu. Ancak Matterella,
Draghi’ye bir sonraki Çarşamba gününe kadar süre vererek, onu bir kez daha
Parlamento’ya çağırdı. Ne var ki, bu kez 5 Yıldız Hareketi’nin yanı sıra Forza
Italia ve Lig Partisi’nden de destek göremeyen Draghi, Cumhurbaşkanı’na tekrar istifasını
sundu. Böylelikle parlamento da feshedildi.

İtalya’da Siyasi İstikrarsızlık

İtalya Cumhuriyeti’nin kurulduğu
1946’dan bugüne kadar iktidara gelen toplam altmış yedi hükümetin birbirleriyle
ilişkili iki önemli özelliği bulunmaktadır. Birincisi bu hükümetler kısa
sürelidir; ikincisi, birkaç istisna dışında hükümetler koalisyonlardan
oluşmaktadır. Dolayısıyla, bu koşullar doğrudan, İtalya’da, siyasi
istikrarsızlığa işaret etmektedir.

Soğuk Savaş yıllarına denk gelen
ve İtalyan siyasi yaşamında ‘Birinci Cumhuriyet’ olarak adlandırılan dönemde, hükümetler,
genellikle Hıristiyan Demokratlar, İtalyan Sosyalist Partisi (1960’larla
birlikte) ve diğer birkaç partiyi içeren koalisyonlardan oluşmaktaydı. 1992’de patlak
veren ‘Tangentopoli’ adı verilen yolsuzluk skandalıyla birlikte, özellikle 1994’ten
sonra, İtalya’daki başlıca partiler siyaset sahnesinden tamamen çekildiler. Sonrasında,
ülkenin siyasi yaşamında koalisyonların hakim olduğu ‘İkinci Cumhuriyet’ adı
altında yeni bir dönem başladı. Bu kez koalisyonlar, Soğuk Savaş yıllarındaki
gibi ideolojik partileri değil, liderlerin daha fazla ön plana çıktığı
partileri kapsamaya başladı.

1990’ların ikinci yarısından
sonra ve 2010’lara kadar İtalyan hükümetleri, Özgürlükler Evi Casa delle
Libertà
/CdL) çatısı altında merkez sağ, Zeytin Ağacı (L’Ulivo) ve Birlik (L’Unione)
adıyla da merkez sol koalisyonlardan oluştu. 2010’dan sonra, İtalya’da 5 Yıldız
Hareketi gibi, öncekilerden farklı bir çizgide olan popülist bir partinin hızla
yükselişe geçmesi ve Kuzey Ligi’nin (Lega Nord) kendini yeniden yapılandırıp
Lig Partisi adını alarak Matteo Salvini liderliğinde tüm ülkeye hitap eden bir
sağ-popülist hareketinin öncüsü haline gelmesi, kuşkusuz ki, o dönemin değişim
rüzgarlarını anlatıyordu. 2018’de seçimlerden birinci parti olarak çıkan 5
Yıldız Hareketi, Lig Partisi ve merkez sol Demokratik Parti, bir araya gelerek,
teknokrat olan Giuseppe Conte’nin başbakanlığında hükümeti oluşturdular.
2019’da ise Lig Partisi’nin yer almadığı, ancak içinde Demokratik Parti’nin de
bulunduğu bir koalisyon olan ikinci Conte hükümeti göreve geldi. 2021 Şubat’ta
da, Draghi’nin Ulusal Birlik hükümetini oluşturmasıyla en sonuncu koalisyon
kurulmuş oldu.

İtalya’daki siyasi istikrarsızlık
aynı zamanda bir demokrasi ve demokratikleşme meselesi olarak görülebilir. 1943’te
faşist yönetimin sona ermesiyle ve sonrasında İtalya Cumhuriyeti’nin
kuruluşundan bu yana, yürütmenin, yasama ve yargı üzerindeki baskısının ortadan
kalkması ülkenin en öncelikli konusu haline geldi. Aynı zamanda, yasama ile
yürütme arasındaki bağın dengede olması da İtalyan siyasetinde merkezi bir önem
taşımaktadır. Ayrıca, yasama ve yürütmeyi ilgilendiren ve çoğunlukla hükümet
istikrarsızlığı olarak da adlandırılan siyasi istikrarsızlıkla bağdaştırılan
konuların başında seçim sisteminin olduğunu söylemek yanlış olmaz. İtalya
Cumhuriyeti tarihi boyunca, mutlak çoğunlukla parlamentoya giremeyen partilere
ve normal sürelerde kurulamayan, kurulduğunda ise, kısa ömürlü koalisyonlara ve
çoğu zaman güven oyu alamayan hükümetlere sahne oldu. Tabii burada, seçim
sistemine bir de ülkedeki mevcut ekonomik ve sosyal sorunlara çare olarak
görülen ‘sorun çözücü’ ve teknokrat başbakanların görev sürelerinin – çoğunlukla
– uzun ömürlü olmadığını da hatırlatmak gerekiyor. İtalya’da bu soruna çözüm
amacıyla, Soğuk Savaş sonrası dönemde, 1993, 2005, 2015 ve en son olarak 2017’de
(hem nispi hem de çoğunluk sistemini içinde barındıran Rosatellum) seçim yasası
değişikliğine gidildi. Yine de, şu ana kadar yasa değişikliklerinin siyasi
istikrarsızlığı büyük ölçüde sona erdirecek kadar bir etkiye sahip olmadığını
söyleyebiliriz.

Seçim Gündemi

25 Eylül’de yapılacak seçim için
hazırlıklar devam ederken, sandıktan çıkacak sonuçla ilgili olarak şimdiden
bazı tahminler üzerinde duruluyor. Bunlardan en fazla ifade edilen görüş, çoğunlukla
‘aşırı’ sağ partilerden oluşan ve aynı zamanda ‘merkez sağ’ olarak da
nitelendirilen koalisyonunun iktidar olma olasılığı üzerine. Özellikle, Draghi’nin
oluşturduğu Ulusal Birlik dışında kalan İtalya’nın Kardeşleri Partisi’ne halkın
desteğindeki göze çarpan artış bu açıdan önem taşıyor. Örneğin, mevcut kamuoyu
yoklamalarında, İtalya’nın Kardeşleri, yüzde 24 oy oranıyla ilk sırada yer
alırken, Demokratik Parti yüzde 22 ile ikinci sırada bulunuyor. İtalya’nın Kardeşleri,
Forza Italia ve Lig Partisi’nin birlikte şimdilik ülke oylarının yüzde 45’ni alırken, bu oran sağ koalisyonun seçimden
zaferle çıkma olasılığını her geçen gün daha da artırıyor. Öte yandan, merkez
sol genel oyların ancak yüzde 30’unu alıyor. Ne var ki, merkez sol, kimi zaman partiler
arasındaki anlaşmazlık nedeniyle, daha parçalı bir yapıyla seçimlere giriyor.
Örneğin, Azione’nin lideri Carlo Calenda, geçtiğimiz Ağustos başında, Demokratik
Parti’yle ittifak yapmayacaklarını açıklayarak, şimdiki merkez sol
koalisyonunun dışında kaldılar. İtalya’nın merkezdeki popülist partisi olarak
nitelendirilen 5 Yıldız Hareketi ise hiçbir ittifaka dahil değil.

İtalya’yı ve Avrupa’yı 25 Eylül seçimleriyle
ilgili olarak en fazla meşgul eden konu, İtalya’nın Kardeşleri partisinin hızlı
yükselişi. 2012’de Giorgia Meloni tarafından kurulan parti, 2018 genel
seçimlerinde genel oyların sadece yüzde 4’ünü almıştı. Dikkatleri çeken diğer
bir husus da, geçmişinde İtalyan Sosyal Hareketi (Movimento Sociale
Italiano/MSI) gibi faşist kökenleri olan bir partiyle bağlantıları olan
Meloni’nin, partisinin seçimleri birinci parti olarak kazanması halinde, sağ
koalisyonda başbakan olarak görev alacak olması. Meloni’nin söz konusu partiyle
ilişkisinin şimdiki ve gelecekteki siyasi yaklaşımlarına ne derece etkide
bulunacağı şimdilik merak konusu. Örneğin, İtalyan Sosyal Hareketi’nin logosunda
bulunan İtalyan bayrağındaki üç renkten oluşan alevin (Fiamma Tricolore) yine
İtalya’nın Kardeşleri’nin logosunda yer alması ülke çapında eleştirilere
neden oldu. Meloni ise, tüm bunlara karşılık, İtalya’nın Kardeşleri’ni ‘vatansever’
ve ‘muhafazakar’ bir parti olarak tanımlarken, sıklıkla ‘Tanrı, vatan ve aile’
sloganlarını kullanıyor. Ayrıca, Meloni, konuşmalarında sıklıkla göçmenleri
hedef alıyor. Örneğin, İtalya’nın olduğu gibi Avrupa’nın da sınırları konusunda
‘savunmacı’ bir tavır aldığını vurgulayan Meloni, göçmenlerin teknelerine karşı
denizden abluka uygulaması önerisiyle tepki
çekmişti. Ayrıca, geçtiğimiz haftalarda, Meloni’nin ‘gençleri spora
yönlendirecek politika ve programlara yer vereceğini’ anlatan sosyal medya paylaşımları,
bazı açılardan İtalya’daki faşizm dönemini hatırlattığı gerekçesiyle, önemli
ölçüde tartışmalara
yol açtı.

Dış politika konusunda, Rusya’ya
karşı Ukrayna’nın yanında olan Meloni, İtalya’nın, Batı’nın Rusya’ya karşı
sürdürdüğü yaptırımlarını desteklemesi gerektiğini savunuyor.  Meloni, AB ile ilgili olarak Euro’dan çıkmaya niyetli
olmadıklarını ve daha da ileri giderek Covid-19 sürecine damgasını vuran Ulusal
İyileşme ve Dayanıklılık Planı’nı (harcamalarla ilgili olarak daha farklı bir
yaklaşım oluşturarak) destekleyeceklerini açıkladı. Sağ koalisyonun en fazla tartışılan
diğer liderlerinden Salvini ise, göçmelere yönelik ayrımcı politikaları ile Rusya’ya
yönelik yaptırımların – Batı’nın işine çok fazla yaramadığı gerekçesiyle – kaldırılmasını
savunan söylemleriyle
ön plana çıkıyor. Öte yandan, merkez solda, Demokratik Parti lideri Enrico Letta
ve Ağustos başında kurulan Sivil Taahhüt (Impegno Civico/IC) ittifakı çatısı
altında seçime girme kararı alan Di Maio, sıklıkla bu yükselişin hem İtalya hem
de Avrupa için önemli bir tehlike olduğundan söz ediyorlar.

Sonuç olarak, İtalyan demokrasisinin,
tekrarlarının önceden bir çok kez yaşandığı gibi, zorlu bir sınav verdiği
aşikar. Ne var ki, siyasi istikrarsızlığın kökenlerine inerek ülkede gerekli
değişimlere gidilmediği sürece, İtalya, kısa ömürlü hükümetlere uzun yıllar daha
mahkum olabilir. 25 Eylül’deki seçim ise, bir yanda ülkede siyasi, ekonomik,
sosyal ve Covid-19 gibi sağlık problemlerinin sürdüğü, diğer yanda Ukrayna’daki
savaşın yansımalarının yoğunluklu bir düzeyde hissedildiği döneme gelmesi
nedeniyle ayrıca önem taşıyor. Yine bir başka vurgu, şüphesiz ki, geçmişte
faşist bir partiyle ilişkisi olan İtalya’nın Kardeşleri’nin iktidara gelme
olasılığının, İtalya’da kuruluşundan bu yana kabul gören ilerlemeci ve
demokratik siyasi geleneğe nasıl etki edeceği konusu üzerine. Bu olasılığın gerçekleşmesi
halinde, ülke gündeminde, ekonomi ve AB fonlarının kullanılması ve reformlar
gibi süregelen temel meselelerin yanında, milliyetçilik, Avrupa şüpheciliği,
göç ve göçmenler gibi konuların ilk sıralarda olması beklenebilir. Dolayısıyla,
İtalya’daki seçimler bu nedenlerle, sadece İtalya’da değil, Avrupa’da oldukça
merak uyandırıyor.


Gökçen Yavaş, Doç. Dr., Kocaeli Üniversitesi

Gökçen Yavaş, lisansını 1999’da Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler bölümünde tamamladı. Daha sonra 2002’de Marmara Üniversitesi Uluslararası İlişkiler alanında Yüksek Lisans derecesini, 2010’da Marmara Üniversitesi AB Enstitüsü’nde AB Siyaseti ve Uluslararası İlişkileri alanında Doktora derecesini aldı. Doktora sonrası araştırmalarını, 2017-2018’de The Centre for the History of Political Thought, Queen Mary University of London’da sürdürmüştür. Uluslararası Güvenlik, Avrupa Birliği ve İtalya’nın Dış Politikası başlıca çalışma alanlarıdır. Halen Kocaeli Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.


Bu yazıya atıf için: Gökçen Yavaş, ‘İtalya’da Yaklaşan 25 Eylül 2022 Erken Seçimi Üzerine ‘, Panorama, Çevrimiçi Yayın, 25 Eylül 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/09/25/ita/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.