Tayvan: Soğuk Savaşların İleri Karakolu – Emre Demir


Rusya’nın Ukrayna’ya 24 Şubat’ta başlayan askeri
müdahalesi, diğer pek çok tartışmaya ek olarak Ukrayna’dan binlerce kilometre
uzakta Güney Çin Denizi’nde yer alan Tayvan’ın geleceğine ilişkin tartışmaların
alevlenmesine de yol açmıştır. Çin’in Tayvan’a bir askeri müdahalede bulunup
bulunmayacağına dair uzunca bir süredir devam eden tartışmalar, ABD Temsilciler
Meclisi Sözcüsü Nancy Pelosi’nin 2 Ağustos’ta adaya gerçekleştirdiği ziyaret
ile tavan yapmıştır. Her ne kadar zaman içinde Tayvan ile ilgili tartışmaların harareti
yatışmışsa da Pelosi’nin ziyaretinden bu yana ada ile ilgili önemli siyasi ve
askeri gelişmeler yaşanmaya devam etmektedir. Tüm bu gelişmelerden görünen o ki
Tayvan, kapitalist ve sosyalist bloklar arasında yaşanan “eski” Soğuk Savaş
sırasında olduğu gibi “demokrasiler” ile “otoriter sistemler” arasında
yaşanacağı iddia edilen “yeni” Soğuk Savaş’ın gerçekleşmesi halinde yine
savaşın ileri karakollarından biri olacaktır.

Soğuk
Savaş’ta Tayvan

Tayvan’ın bugün ABD ile Çin ilişkilerindeki yerini anlamak
için geçmişine bakmak gerekmektedir. 17’inci yüzyılda kısa bir süre Hollanda’nın
sömürgesi olan ada, 1683 yılında yeniden Çin’e bağlanmış, 1895’ten 1945’e kadar
bu kez Japonya’nın kontrolüne girmiştir. Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’nı
kaybetmesinin ardından Çin Cumhuriyeti’ne bağlanan Tayvan, Çan Kay-Şek
liderliğindeki milliyetçilerin 1949 yılında Çin iç savaşını kaybetmelerinin
ardından milliyetçilerin (Çin Cumhuriyeti’nin) üssü haline gelmiştir.

Her ne kadar Mao Zedong liderliğindeki Çin Komünist
Partisi, 1 Ekim 1949’da Çin Halk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan etmişse de bu
ilan, başta ABD’nin liderliğindeki Batı bloku olmak üzere Birleşmiş Milletler’e
üye ülkelerin büyük bir kısmı tarafından kabul görmemiştir. ABD’nin desteğini
alan Çin Cumhuriyeti –yani Tayvan’daki Çin yönetimi– Birleşmiş Milletler
tarafından Çin halkının gerçek temsilcisi olarak kabul edilmiştir.

Ancak bu durum, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 25
Ekim 1971 yılında aldığı 2758 sayılı kararla değişmiş ve Pekin hükümeti, Birleşmiş
Milletler tarafından Çin’in gerçek temsilcisi olarak kabul edilmiştir. Bu
değişiklikte, Çin ile ABD arasında 1970’lerin başında yaşanan yakınlaşma önemli
bir rol oynamıştır. ABD’nin Vietnam’da yaşadığı hezimet ve iki ülkenin
Sovyetler Birliği ile ilişkilerindeki sorunlar, Pekin ile Washington yönetimlerinin
yakınlaşması sonucunu doğurmuş ve 1972 Şubat ayında ABD Başkanı Richard Nixon
sürpriz bir şekilde Pekin’i ziyaret etmiştir. Bu tarihten itibaren gelişen ikili
ilişkiler, ABD’nin Çin Halk Cumhuriyeti’ni 1979 yılında Çin’in tek temsilcisi
olarak tanımasıyla resmiyete kavuşmuştur. Aynı yıl ABD Kongresi, Tayvan ile
gayri resmi ilişkilerini düzenlemek için Tayvan İlişkileri
Yasası
nı çıkarmıştır.

Soğuk Savaş’ın Asya’ya sıçramasına yol açan Kore Savaşı
(1950-1953), ABD-Çin-Tayvan ilişkilerini derinden etkilemiştir. Kuzey’in
Güney’i işgalinden hemen öncesinde dönemin ABD Başkanı Harry Truman, Çin-Tayvan
ilişkilerine müdahil olmak istemediklerini açıklamış; ancak Kore Savaşı’nın
başlamasının hemen ardından yeni bir açıklama yaparak sosyalizmin bölgede daha
fazla yayılmasını önlemek amacıyla 7. Filo’yu Tayvan Boğazı’nda güvenliği
sağlaması için görevlendirdiğini açıklamıştır. Bu şekilde Tayvan, Soğuk
Savaş’ın ileri karakollarından biri haline gelmiştir.

1950’lilerde Çin ile Tayvan –ve ABD– iki kez karşı karşıya
gelmiştir. Çin’in Kinmen/Quemoy ve Matsu adalarını bombalamasıyla başlayan I.
Tayvan Boğazı Krizi (1954-1955) neticesinde ABD ile Tayvan arasında savunma
anlaşması imzalanmıştır. İlkinin devamı niteliğindeki II. Tayvan Boğazı Krizi
(1958) sırasında Çin, Kinmen/Quemoy ve Matsu adalarını bombalamaya ek olarak
Tayvan’ı özgürleştirmek amacıyla bir amfibi harekâtına girişmişse de başarılı
olamamıştır. Kısacası, bu yıllarda Çin, Tayvan’ı güç kullanarak kendine
bağlamaya çalışmış; ancak başarılı olamamıştır.

 “Yeni” Soğuk Savaş

Eskisinin aksine “yeni” Soğuk Savaş kavramı henüz ne
Uluslararası İlişkiler yazınında ne de uluslararası alanda tam anlamıyla kabul
görmüş bir kavram değildir. Şimdilik daha çok ABD müesses nizamının organik
aydınlar
ı tarafından kavramsallaştırılan “yeni”
Soğuk Savaş, bir yanda ABD ve Batı dünyası ile diğer yanda Çin ve Rusya
arasında yaşanan askeri, iktisadi ve ideolojik mücadeleyi tanımlamaktadır. Bu
mücadelede öne çıkan iki güç, diğer ülkelere kıyasla özellikle ekonomik büyüklük
açısından açık ara önde olan ABD ile Çin’dir. Her ne kadar Rusya, özellikle sahip
olduğu altı binden fazla nükleer silah ile önemli bir askeri güç olsa da
Ukrayna Savaşı’nın gösterdiği üzere Rusya’nın ABD öncülüğündeki Batı dünyası
ile mücadele etmesi mümkün görünmemektedir. Pek çok ABD’li ve Çinli düşünür de asıl
rekabetin Çin ile ABD arasında yaşandığı, Rusya’nın ancak ikincil öneme sahip
bir güç olduğu düşüncesindedir.

Çin yönetimi, ABD merkezli “yeni”
Soğuk Savaş söylemini şiddetle reddetmektedir. ABD yönetimi içinse durum bu
kadar net değildir. Her ne kadar ABD yönetiminin Joe Biden ve Antony
Blinken
gibi önde gelenleri ülkelerinin yeni bir soğuk savaş istemediğini
belirtseler de Çin’in –ve otoriter yönetim sisteminin– kurallara dayalı
uluslararası düzen için en büyük tehdit olduğu yönündeki söylemleri, “yeni”
Soğuk Savaş’ın teorisyenleri ile büyük benzerlikler taşımaktadır.

Taraflar ne derse desin, özellikle ABD ile İngiltere gibi yakın müttefiki
Batı ülkelerinin politika yapıcılarının söylemleri ve eylemleri, yeni bir soğuk
savaşın inşa halinde olduğuna, en azından böyle bir ihtimalin varlığına ilişkin
ciddi işaretler vermektedir. Peki, bu muhtemel “yeni” Soğuk Savaş’ta Tayvan’ın
önemi ve rolü nedir?

“Yeni”
Soğuk Savaş’ta Tayvan’ın Rolü

ABD, son yıllarda, özellikle de Donald Trump’ın
başkanlığından bu yana Çin’e karşı Tayvan kozunu daha büyük bir ciddiyetle
oynamaktadır. Washington’un Tayvan politikasını Çin politikasından ayrı
düşünmemek gerekmektedir. Richard Bush’un da belirttiği
gibi ABD, Trump yönetimi altında Çin’e karşı Eisenhower döneminden bu yana görülmemiş
derecede düşmanca politikalar geliştirmiştir. Bu politikalar, pek çok konuda
Trump yönetiminden farklı politikalar izleyen Biden yönetimi tarafından devam
ettirilmektedir. Diğer bir deyişle neredeyse hiçbir konuda uzlaşamayan bu iki ABD
yönetimi, Çin konusunda benzer görüşlere sahiptir. Washington, Çin’e karşı
sertleşen siyasetinde Tayvan’ı bir koz olarak kullanmakta, böylelikle Çin ile
Tayvan arasındaki hali hazırda gergin olan ilişkileri daha da sıkıntılı bir
hale sokmaktadır.

Trump yönetimi tarafından Tayvan ile ilgili atılan
adımlardan en fazla ses getireni, Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun 9 Ocak 2021’de,
yani görev süresi tamamlanmadan birkaç gün önce attığı adım olmuştur. Carter yönetimi,
1979 yılında benimsediği “Tek Çin politikası” kapsamında ABD’li yetkililerin
Tayvanlı yetkilileri resmi olarak ziyaret etmesini zorlaştıran bir dizi kural
koymuştu. Ancak Pompeo, 9 Ocak’ta ABD yönetiminin kendi yetkililerine koyduğu
bu kısıtlamaları ortadan kaldırdığını ilan etti. Böylelikle bu adım, Pelosi’nin
ve diğer pek çok ABD’li yetkilinin adaya ziyaretinin de önünü açtı.

Tayvan meselesinde Biden yönetiminin, Trump yönetiminin
izinden gittiğini söylemek mümkün. Biden yönetimi altında ABD, Tayvan’a bir
yandan silah satışına devam ederken diğer yandan da sürekli olarak yetkililer
aracılığıyla ziyaretlerde bulunmaktadır. Biden, son olarak 2 Eylül’de Tayvan’a
1,1 milyar dolarlık silah satışına onay vermiştir.
Böylelikle iki yıldan kısa bir süredir devam eden ABD başkanlığı süresince
Tayvan’a toplamda 2,25 milyar dolarlık
silah satışını onaylamıştır. Bu süreçte ayrıca çok sayıda eski ve yeni ABD’li
yetkili adayı ziyaret etmiştir. Örneğin, 28 Şubat’ta, yani Rusya’nın
Ukrayna’ya askeri müdahalesinin başlamasından dört gün sonra ABD Genel Kurmay
eski Başkanı Michael Mullen’in liderlik ettiği bir grup üst düzey –emekli– askeri
ve sivil yetkililer Tayvan’ı ziyaret etmiştir. Son olarak, Pelosi’nin
ziyaretinden on iki gün sonra 14 Ağustos’ta 5 senatör adaya destek
ziyaretinde bulunmuştur.

Çin için Tayvan, anakaranın ayrılmaz bir parçası ve “Çin Rüyası”nın gerçekleşmesi,
yani büyük güç olmanın olmazsa olmazıdır. Çin hükümeti, bunu 10 Ağustos’ta
yayınlanan “Tayvan Sorunu
ve Çin’in Yeni Dönemde Yeniden Birleşmesi
” başlıklı beyaz
kitabın henüz ikinci cümlesinde dile getirmektedir. 2018 yılında yaptığım bir
görüşmede Pekin Üniversitesi’nden Çinli bir akademisyen bu duruma değinerek, ulusal
birliğini sağlayamamış bir ülkenin bırakın bölgesinde lider olmayı, büyük güç
dahi sayılamayacağını belirterek Tayvan meselesinin Çin için önemini ortaya
koymuştur.

Çin’in Tayvan ile birleşme arzusu –Tayvan’ın da bu isteği
reddetmesi– birleşmenin nasıl
olacağı –barışçıl mı, yoksa savaş yoluyla mı– sorusunu beraberinde getirmektedir.
Özellikle Batılı medyanın yoğun bir şekilde gündeme getirdiği gibi Çin
yönetiminin, özellikle kısa ve orta vadede Tayvan ile askeri yolla, yani adayı
işgal ederek bir bütünleşme arzusu içinde olduğunu söylemek güçtür. Bunun
birçok gerekçesi bulunmaktadır. Bir kere Xi liderliğindeki Çin Komünist
Partisi’nin birincil hedefi –Xi’nin Çin Rüyası ile ilgili söylemlerinin de
gösterdiği üzere– ulusal kalkınmayı gerçekleştirerek Çin’i dünyanın bir
numaralı ekonomik ve askeri gücü haline getirmektir. Bunun gerçekleştirilebilmesi,
Çin’in dünya ekonomisi ve özellikle de ABD ve Avrupa Birliği başta olmak üzere
gelişmiş ekonomiler ve –Tayvan da dâhil olmak üzere– Asyalı komşularıyla iyi
ilişkiler içinde olmasını gerektirmektedir. Diğer bir deyişle Çin’in
kalkınmasını başarıyla tamamlayabilmesi için savaşa değil, barışa ve istikrara
ihtiyacı vardır.

İkinci olarak, Çin ekonomisi ile Tayvan ekonomisi derin
bir bütünleşme içindedir. Hem Çin hem de Tayvan sermayelerinin yakanın karşı tarafında
ciddi yatırımları bulunmaktadır. Özellikle Tayvan sermayesinin yatırımları, 1980’lerin
başından bu yana Çin’in iktisadi gelişimi açısından büyük önem taşımaktadır. Ekonomik
bütünleşme yönünde atılan bu adımlar, iki yakanın birleşmesinde askeri müdahaleye
kıyasla daha büyük bir potansiyele sahiptir. Buna, karşılıklı ticaretin Çin ile
Tayvan ekonomileri için önemini de ekleyebiliriz.

Ekonomik gerekçelere ek olarak askeri gerekçeler de kısa
ve orta vadede bir askeri müdahale olasılığını düşürmektedir. Bir kere
Tayvan’ın savunma gücü, Ukrayna ile kıyaslanamayacak kadar yüksektir. Çin
ordusunun, çok uzun yıllardır ABD’nin en teknolojik silahları ile donatılan
Tayvan ordusunu hem büyük kayıplar vermeden hem de adaya büyük zarar vermeden
alt etmesi mümkün görünmemektedir. Ayrıca Tayvan’ın bu tür bir saldırıyla karşı
karşıya kalması durumunda ABD’nin, Japonya’nın ve Hint Pasifik’teki diğer
ortaklarının Tayvan’a askeri destek verme olasılığı çok yüksektir. Biden, 19
Eylül’de yaptığı açıklamada Çin’in saldırması
halinde ABD’nin Tayvan’ı savunacağını belirtmiştir. Bu tür bir destek, Çin
ordusunun Tayvan karşısında daha fazla zorlanmasına ve çok sayıda kayıp
vermesine yol açacaktır. Buna, Çin’in 1979 yılındaki Vietnam müdahalesinden bu
yana herhangi bir askeri çatışmaya girmediğini eklemek, bu müdahalenin de Çin
için ciddi bir hezimetle sonuçlandığını unutmamak gerekmektedir.

Ne var ki tüm bu gerekçeler, Tayvan’ın “tek Çin”
politikasından tek taraflı olarak vazgeçip bağımsızlık ilan etmemesi durumunda
geçerlidir. Bu tür bir oldubittiyi Çin yönetiminin kabul etmesi mümkün gözükmemektedir.
Tayvanlı yöneticilerin de bu tür bir tehlikeli adım atacağına ihtimal
vermiyorum. Dolayısıyla adada 1949’dan bu yana süren durum, öngörülebilir
gelecekte devam edecektir.

Tüm bunlara karşın Çin, Pelosi’nin Tayvan ziyaretine 1949’dan
bu yana benzeri görülmemiş bir tatbikat ile yanıt vermiştir.
4-15 Ağustos tarihlerinde gerçekleştirilen ve adanın Çin tarafından nasıl
abluka altına alınacağı denemelerinin yapıldığı tatbikatlar, Tayvan’ı çevreleyen
6 bölgede gerçekleştirilmiştir. Böylelikle Pekin yönetimi, Pelosi’nin
ziyaretini fırsat bilerek bugüne kadar yaptığı tatbikatların en büyüğünü
gerçekleştirerek adaya yapacağı olası bir müdahalenin denemesini yapma, Tayvan ile
ABD de Çin donanmasının kapasitesini ve muhtemel stratejisini öğrenme fırsatını
bulmuştur.

Sonuç olarak, ABD ile Çin arasındaki gerilim tırmandıkça Tayvan’ın
soğuk savaşların ileri karakolu olma kaderi önümüzdeki süreçte de en azından
kısa ve orta vadede değişmeyecek ve ada, isteyerek ya da istemeyerek Çin ile
ABD arasındaki güç mücadelesinin en ön saflarında yerini alacaktır. Çin yönetimi,
artan gerilime rağmen Tayvan’ın tek taraflı bağımsızlık ilanı dışında herhangi
bir gerekçeyle mevcut durumu bozmayacaktır. Tayvan’ı yöneten irade de
Tayvanlıları tehlikeye atacak bu tür bir maceraya girmeyecektir. Kısacası, ABD-Çin-Tayvan
üçgeni, zaman zaman krizlere gebe olsa da yakın gelecekte bir savaşa yol
açmadan varlığını sürdürmeye devam edecektir.

Dr. Emre Demir, TED Üniversitesi

Emre Demir, TED Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünde Doktor Öğretim Üyesi olarak görev yapmaktadır. Lisans eğitimini Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Bölümünde tamamladıktan sonra Ankara Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ve Warwick Üniversitesi’nde Uluslararası Siyaset ve Doğu Asya yüksek lisans derecelerini aldı. Orta Doğu Teknik Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalında doktora çalışmalarını tamamlayan Demir, 2017-2018 akademik yılında doktora araştırmaları kapsamında Çin Halk Cumhuriyeti Pekin Üniversitesi’nde misafir araştırmacı olarak çalışmalar yaptı. Bilgi üretiminin ekonomi politiği, Çinli entelektüeller ve entelektüel bilgi üretimi ve Çin siyaseti ve dış politikası konularında çalışmaktadır.


Bu yazıya atıf için: Emre Demir, ‘Tayvan: Soğuk Savaşların İleri Karakolu’, Panorama, Çevrimiçi Yayın, 28 Ekim 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/10/28/ed/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.