2023 Seçimlerinde Mantık ve Duygu Yarışı – Seda Demiralp

Yaklaşan 2023 seçimleri Türkiye siyaseti
açısından oldukça kritik.  Bunun temel
sebebi, yaşanan ekonomik krizin de etkisiyle iktidarın, yirmi yıl sonra muhalefete
geçme ihtimalinin belirmiş olması. 
Muhalefetteki 6 partinin (CHP, İYİP, DEVA, Gelecek ve DP) birleşerek
kurduğu Millet İttifakı bugün AKP ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’na
karşı neredeyse başabaş bir yarış içinde. Muhalefet seçimle iktidara gelmeye
son yirmi yılda hiç olmadığı kadar yaklaşmışken bu fırsatı değerlendirebilecek
mi, yoksa iktidar devam mı edecek sorusu bir numaralı siyaset gündemini
oluşturuyor.

Aslında bu yarış sadece iki ittifak
arasında değil, aynı zamanda iki siyasi iletişim tarzı arasında. Zira, seçim
süreci gün geçtikçe mantık ve duygu arasında bir yarışa dönüyor.  Millet İttifakı’nın, özellikle de bu ittifakın
en dominant aktörü CHP’nin iletişim dilinde mantık temelli mesajlar ağır
basıyor. Ekonomik krizden ve yolsuzluktan bezmiş seçmenin adresinin Millet İttifakı
olması gerektiği, muhalefetin seçim kampanyasının temel içeriğini oluşturuyor.

İktidarın, özellikle AKP lideri Recep Tayyip
Erdoğan’ın siyasi iletişiminde ise duygu yönetimi öne çıkıyor.  Bu yöntemde, iktidarın mevcut kriz şartlarında
mantığa seslenmekten pek fayda göremeyeceğini hesaplaması olduğu kadar Erdoğan’ın
doğal yatkınlığının ve kabiliyetlerinin de rolü olsa gerek.  Bu çerçevede Erdoğan, seçmeniyle ilişkisini
alabildiğine romantize ederken, bir yandan da dış politikada attığı adımlarla gücün
hala kimde olduğunu hatırlatmaya yönelik bir performans sergiliyor.  Erdoğan’ın seneler boyu koruduğu seçmen
desteğinde pragmatik çıkarların rolü yadsınamaz. Fakat bugünkü kriz ortamında seçmenine
aktarabileceği kaynaklar daraldığından, duygu siyaseti Erdoğan iktidarının
temel seçim stratejisi olmuş durumda.

2023 seçim kampanyaları henüz tam anlamıyla
başlamadı ama temel aktörler ve söylemsel stratejiler bu şekilde devam edecekse,
bu seçimlerde mantık ve duygu yarıştırılacak gibi görünüyor.  Büyük oranı iktidardan kopmuş seçmenlerden
oluşan “kararsızlar” grubu, yaşadığı maddi kayıplar nedeniyle partisini
cezalandıracak ve muhalefete bir şans mı verecek, yoksa her şeye rağmen duygu
bağını büyük ölçüde koruduğu partisine ve liderine sadık mı kalacak?

Mevcut rollerin devam ettiği yani
muhalefetin mantığı, iktidarın ise duyguları temsil edeceği bir yarış muhalefet
açısından oldukça riskli. Mantıkla duygular yarıştığında ilkinin kazandığı zor
görülür çünkü.  Duyguların kendilerini
akla bürümek gibi savunma mekanizmaları olduğu için biz zaman zaman gözden
kaçırsak da, siyasette duyguların belirleyiciliği oldukça yüksek.

Peki mantığa yönelik kampanyalarla, duyguya
yönelik kampanyaların temel farkı nedir?

Sırtını mantığa yaslayan siyasi kampanyalarda,
lider ağırlıklı olarak kendini, prensiplerini, yani iletişimin “arz” tarafını
öne çıkarır.  En akla uygun, en doğru seçimin
neden kendisi yahut partisi olduğunu, çeşitli argumanlarla savunur.

Duyguya yönelik kampanyada ise lider
kendinden pek az bahseder.  Odak
seçmendir, seçmenin duygularıdır, yani iletişimin “talep” tarafıdır. Siyasetçi,
seçmendeki duyguya tercüman olacak, seçmenin duygusal ihtiyacını seçmene geri
yansıtacaktır.  Politikalarının cazibesi,
en mantıklı yahut en doğru seçenek olmalarından çok seçmenin duygusuna karşılık
veriyor olmalarından gelir.

Duygu ağırlıklı mesajların özellikle iki
sebepten ötürü daha etkili olabildiğini görüyoruz.  Birincisi, mantığa dayalı argumanları analiz
edip anlamak ve bilgiye çevirmek enerji ve zaman alıyor. Duygusal bilgiler ise
bize çabasız ve anında geliyor.  Bir lidere
yakınlık hissediyor ya da hissetmiyor, onunla birlikte yürümek istiyor ya da
istemiyoruz.  Gerçek şu ki, zamanımızın
daraldığı, dikkat süremizin azaldığı bir dönemde yaşıyoruz ve çabasız olan,
çaba isteyene, istesek de istemesek de, galip geliyor.

İkincisi, siyasetçinin sunacağı en akılcı argümanı
dahi seçmen satın almayabiliyor. Siyasetçi en önemli gördüğü konuda, en
mantıklı fikri kendince en ikna edici biçimde ortaya koysa dahi bu, seçmenin
mantığına uymayabiliyor, uysa da seçmen bahsedilen konuyu sanıldığı kadar
umursamayabiliyor. 

2014 seçimlerinde muhalefetin yolsuzluk
karşıtı seçim kampanyasının başarısızlıkla sonuçlanması belki de bu konuda en iyi
bildiğimiz örneklerden.  Hatırlayacak
olursak, muhalefet seçim kampanyasını iktidarın hukuken ve ahlaken ağır kusurlu
olduğu ve bir daha onlara oy vermeyi düşünenlerin bile onların suçuna ortak
olacağına yönelik bir temele oturtmuştu. 
İktidar seçmeni ise bu kampanyaya neredeyse hiç rağbet etmedi ve
muhalefeti derin bir şaşkınlığa sürükleyerek yeniden AKP’yi tercih etti.
Muhalefetin seçmene bu kez mutlaka “yüzüğü attıracağını” düşündüğü yolsuzluk skandalı
seçmeni pek az ilgilendirmişti.

Oysa kampanya mesajı arza değil talebe
odaklandığında, başka bir deyişle lider, seçmenin baskın duygusunu alıp ona
geri yansıttığında, yanılma payı yok gibi bir şeydir.  Birleşik Krallık’ın Avrupa Birliği’nden
ayrılıp ayrılmamayı oyladığı 2016 Brexit referandumunda ayrılık ve kalma
taraftarı grupların kampanyalarını hatırlayalım.  Kalma taraftarı gruplar “Avrupa’da daha güçlü
(Stronger in Europe)” sloganıyla BK’nin
AB’de kalmasının getirdiği avantajları etraflıca anlatan mantık temelli bir
kampanya yürüttüler.

Ayrılık taraftarı grupların sloganı ise
“Kontrolü geri al (Take back control!)”
idi.  Kontrol BK’ye geri geçince bununla
ne yapılacağı, hangi politikaların nasıl değiştirileceği yoktu odakta. Seçmenin
hissettiği kontrolü kaybetmişlik duygusunu ve kontrole yeniden sahip olmak
arzusunu seçmene geri yansıtmak yeterliydi.  Her seçmen, kontrolü ele geçirince onunla ne
yapacağını pekala kendisi hayal edebilirdi. Nitekim duygu mantığa galip geldi
ve aklın yolunun bir olduğuna inanan pek çok gözlemciyi hayretler içinde
bırakmak suretiyle BK %52’ye %48 ayrılık kararı alarak AB ile yolları ayırdı.

Bugün Türkiye’de muhalefetin yumuşak karnı;
iktidarın somut başarısızlıklarının, özellikle ekonomik kriz ve yolsuzluk
sorunlarına dair hatalarının, seçim sonuçlarını belirleyeceğine dair kuvvetli
inancı ve bu konularda mantığa dayalı bir kampanya yürütmesi. 

Oysa ekonomik kriz de yolsuzluk da,
seçmenin gözünden kaçamayacak kadar büyük sorunlar olduğu halde, hala
iktidardan muhalefete beklenir seviyede oy kaymasının gerçekleşmemesi, sadece
mantığa seslenen siyasi söylemlerin yetersiz kalabileceğini gözler önüne
seriyor. Kimlik, ideoloji gibi sebeplerle zaten kolay oy değiştirmeyecek
çekirdek kitle değil, daha yüzer-geçer, daha esnek seçmen için dahi bu böyle.

Bu çerçevede 2023 seçimlerinde muhalefet ve
iktidar arasındaki başabaş yarışta muhalefetin öne geçmesi, duygu siyasetini
kampanya stratejisine başarıyla entegre etmesiyle olabilecek gibi görünüyor. Millet
İttifakı veya popüler tabirle 6’lı masa ortak aklı temsil etme iddiasında ve bu
da şüphesiz siyaseten kıymetli.  Fakat 6’lı
masayı zafere götürecek olan, bu aklın kalple, yani başarılı bir duygu
siyasetiyle desteklenmesi olacaktır.  

Kazandıran
Duygu

Duyguların önemli bilgiler olduğunu ve en
rasyonel seçmenin bile kararını verirken bu duygusal bilgileri değerlendirmeye
aldığını kabul ediyorsak, sıra şu soruyu sormaya geliyor: seçim kazandıracak
olan hangi duygu olur?  Seçim sonuçlarını
özellikle kararsız seçmenin nihai kararının belirleyeceğini de dikkate alırsak,
soruyu şöyle formüle edebiliriz, “Hangi duygu seçmeni eski oy verdiği partiden
koparıp rakip partiye yöneltebilecektir?”

Seçim kampanyalarında çoğu zaman üç
duygunun hedef alındığını görürüz: kaygı, öfke ve umut.

Kaygı içeren kampanyalara nispeten yakın
bir örnek olarak 2022 Macaristan seçimlerinde Başbakan Victor Orban’ın, seçime
haftalar kala Ukrayna-Rusya Savaşı’nı gündeme taşıması ve muhalefetin
Macaristan’ı savaşa sokacağı iddiası üzerine bir kampanya başlatması
gösterilebilir.  Bu kampanya sayesinde
Orban çok kısa süre içinde muhalefetle arasındaki makası açarak net zafere ulaştı.  Kampanyanın başarısı seçmende kaygı yaratan
bir konuyu siyaset gündemine taşımasındaydı. Kaygı duygusu, seçmeni
hareketlendirmek veya ona oy değiştirtmektense, seçmeni bulunduğu yerde
kalmaya, mevzisini korumaya iten bir duygu ve bu sebeple kaygı duygusunun, muhalefet
partilerindense iktidar partilerine yaradığını söylemek mümkün.

Öfke içeren kampanyalara ise 2010 sonrası
Orta Doğu’da patlak veren Arap isyanlarını, 2020’de ABD’de ortaya çıkan Black
Lives Matter (BLM) protestolarını veya 2022 Ekim’inde İran’da başlayan kadın
protestolarını sayabiliriz. Arap isyanlarında yoksulluk ve ekonomik adaletsizlik,
BLM’de ırkçılık, İran’daki kadın protestolarında ise başörtüsü mecburiyetine duyulan
haklı öfke kitleleri sokaklara döktü. 

Öfke şüphesiz çok güçlü bir duygu ve
siyasette yeri büyük. Öfke bizi sokaklara dökebilir, eylemsizlikten eyleme
geçirebilir, bağlı olduğumuz partiden, gruptan koparabilir. Fakat taraf
değiştirecek kadar uzun soluklu bir motivasyon sağlamayabilir.

Bu çerçevede, siyasi kampanyalarda oy
değiştirme motivasyonunu en çok artıran duygu ise umut ve tutku duyguları gibi
görünüyor.  Tutku duyulan bir liderin
umut verici kampanyaları, tutunduğu dalı bir türlü bırakamayan kaygılı seçmeni
de, hiçbir partiye elini vermeyen öfkeli, küskün seçmeni de cezbedebiliyor. Umut
içeren kampanyaların güncel başarılı örneklerinden birini Nisan 2022 Slovenya
seçimlerinde gördük.  Burada muhalefetin
aylar süren ve Başbakan Janez Jansa’nın hukuksuzluklarını temel alan
kampanyaları iktidarı yıpratmayı ve iktidar seçmeninden hatırı sayılır bir
parçayı koparmayı başarmış fakat bu seçmen grubu ısrarla kararsız kalmış, bir
türlü muhalefet tarafına da geçmemişti.  Seçimlere sadece aylar kala siyasete giren Robert
Golob ise bir yandan kişisel karizması, bir yandan da “Back to Freedom
(özgürlüğe dönüş)” ve “Back to Normality (normalliğe dönüş)” gibi basit ama tam
da seçmenin ihtiyacını yansıtan, umut veren sloganlarla sürpriz biçimde zafere
yürümüştü. 

Bu üç duygusal kampanya türüne baktığımızda
üçünün de kuvvetli siyasi sonuçları olabildiğini görebiliriz. Öte yandan, kaygı
içeren kampanyaların daha çok seçmeni hareketsizleştirdiklerini ve iktidar
partilerine yaradığını, muhalefet partilerinin ise oylarını en çok umut içeren
kampanyalarla artırdığını söyleyebiliriz. 
Öfke ise mevcut dengeleri sarsmaya yarayabilmekte, ama umutla beslenmedikçe
oy değiştirmeye götüremeyebilmektedir.

Sonuç

Duygu siyaseti önemini bize her gün yeni
örneklerle gösteriyor. Bugün artık sırtını yalnız mantığa yaslayan
kampanyaların duygusal kampanyalara karşı rekabet etmelerinin çok zor olduğunu
net olarak görmek mümkün.  Son yıllarda
tüm dünyada aşırı sağın ana akım partiler karşısında önlenemez yükselişi bu
gerçekle yakından ilintili.  Bu sebeple
bugün duygu siyasetini daha iyi anlamak ve aşırı partilerin tekelinden
çıkararak ana akım partilerin repertuarına katabilmek demokrasilerin geleceği
açısından da önemli.

2023 Türkiye seçimleri de bu trendi daha
iyi anlamaya yönelik yeni bir veri sunacak gibi görünüyor. Zira, muhalefet partileri
ve iktidar partileri arasındaki rekabet pek çok zaman mantık ve duygu siyasetinin
yarıştığı bir gösteri olarak cereyan ediyor ve muhalefetin hız kazanıp öne
geçmesi duygu siyasetini kampanya stratejisine etkin biçimde entegre
edebilmesine bağlı duruyor.

Peki muhalefetin duygu siyaseti adına
attığı adımlar yok mu? Var, bunların artırılması ve etkinleştirilmesi
seçimlerin kaderini etkileyebilir.

Örneğin, muhalefet partileri içinde belki
de mantık temelli siyaseti geleneksel olarak en fazla benimsemiş olan CHP’nin,
parti lideri Kemal Kılıçdaroğlu tarafından başlatılan “helalleşme” kampanyası,
duygu siyaseti adına atılmış önemli bir adım oldu.   Keza CHP İstanbul Belediye Başkanı Ekrem
İmamoğlu 2019 seçimlerinde “sevgi kazanacak!”, “gençliğimiz var!” gibi sloganları
ve yüksek duygusal enerjisiyle seçmenle coşkulu bir bağ kurdu.  Neticede, parti tabanını aşan bir destek
kitlesi oldu ve CHP’ye çarpıcı bir seçim başarısı kazandırdı.

Öte yandan, İYİP lideri Meral Akşener
seçmen odaklı siyaset prensibini uzun süredir rehber ediniyor. Kendisini ve
partisini değil seçmenin duygusunu merkeze koymayı hedefleyen seçmen
iletişimiyle oylarını ciddi oranda artırdı. Akşener’in Millet İttifakı içinde
etkinliğini daha fazla artırması, muhalefet kampanyasını duygu siyaseti açısından
güçlendirebilir.

Seçimler yaklaştıkça muhalefet partileri duygu siyaseti alanında performanslarını artırabilecekler mi göreceğiz.  Fakat 6’lı masanın henüz cumhurbaşkanı adayını açıklamamış olması duygu siyasetini etkin biçimde kullanmasını zorlaştırıyor. Çünkü son kertede seçmenin kalbine dokunacak olan, bir ittifak masası ya da masa vekili değil kanıyla canıyla, enerjisi ve aurasıyla gerçek bir lider olabilir ancak.


Seda Demiralp, Doç. Dr., Işık Üniversitesi

1978’de İstanbul’da doğdu. 1996’da İstanbul Lisesi’nden, 2001 yılında Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu.  2008 yılında Wasington DC’deki American University’de karşılaştırmalı siyaset alanında doktorasını tamamladı. 2009 yılından beri Işık Üniversitesi’nde siyaset bilimi alanında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Çalışmaları demokratikleşme, devlet-iş dünyası ilişkileri, ve toplumsal cinsiyet alanlarında yoğunlaşmaktadır.  Comparative Politics, Third World Quarterly, Middle East Journal, Middle Eastern Studies, South European Politicis and Society, New Perspectives on Turkey, Turkish Studies, Arab Studies Quarterly, gibi pek çok bilimsel dergide çalışmaları yayınlanmıştır.


Bu yazıya atıf için: Seda Demiralp, ‘2023 Seçimlerinde Mantık ve Duygu Yarışı’, Panorama, Çevrimiçi Yayın, 08 Kasım 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/11/08/sd/


Telif@UIKPanorama. Bu yazının tüm çevrimiçi ve basılı telif hakları Panorama dergisine aittir. Yazıda yer verilen görüşler yazarına/yazarlarına aittir. UİK Derneğini, Panorama Yayın Kurulunu, dergi editörlerini ve diğer yazarları bağlamaz.