Uluslararası İlişkilerde Türkiye’nin Yumuşak Gücü – Meliha Benli Altunışık



Yumuşak Güç kavramı, ilk olarak Joseph Nye’ın Bound to Lead: The Changing Nature of American
Power (Zorunlu Liderlik: Amerikan Gücünün Değişen Doğası)
başlıklı
kitabında kullanıldığından beri uluslararası ilişkilerin en popüler
kavramlarından biri olmuştur.[1]
Nye daha sonra kavramı diğer çalışmalarında daha da geliştirmiştir.[2]
Her ne kadar tanımı disiplinin diğer birçok kavramı gibi müphem olsa da ve yumuşak
gücü neyin oluşturduğu ve daha da önemlisi bu gücün uluslararası ilişkiler
üzerindeki etkisinin ne olduğu konusundaki tartışmalar devam etse de, yumuşak
güç kavramının kullanımı sadece Amerika Birleşik Devletleri bağlamında değil,
diğer ülkeler için de devam etmektedir. Türkiye, bu kavramla bağlantılı olarak
üzerinde görece geniş bir literatürün geliştiği ülkelerden biridir.[3]

Nye’nin
tanımladığı gibi, yumuşak güç, sert gücün aksine, başkalarının davranışlarını
takdir etme ve çekim yoluyla şekillendirme yeteneğidir. Nye, üç geniş yumuşak güç kategorisi tanımlar:
“kültür”, “politik değerler” ve “politikalar”.
Böylece, bir
ülkenin sahip olduğu değerler, refah seviyesi ve fırsatlar gibi özellikler
nedeniyle ona hayranlık duyan ülkeler bu ülkeyi takip etmek isterler.[4] Bu geniş çerçevede, yumuşak gücün bir ülkenin
ne olduğundan ve ne yaptığından kaynaklandığı iddia edilebilir. Ayrıca, yumuşak
gücün bağlamsal ve zamansal olduğunu vurgulayan tartışmanın üçüncü bir boyutu
da olduğu söylenebilir. Bu nedenle, bir ülkenin çekiciliği aynı zamanda belirli
bir bağlamın ve dönemin bir işlevidir. 
Bu çerçevede Cumhuriyet tarihinde Türkiye’nin yükselen yumuşak gücünden
bahsedilebilecek iki dönem olduğu söylenebilir.

Türkiye’nin yumuşak gücünün görünür hale geldiği ilk dönem, ulusal
kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşu dönemidir. Türkiye, I. Dünya Savaşı
sonrasında savaşın galipleri tarafından kendilerine dayatılan anlaşmayı kabul
etmeyen birkaç ülkeden biri oldu. Türkiye’nin bağımsızlığı, dünyanın farklı
yerlerinde, sömürge yönetimleri altında olan ve bağımsızlık planları yapan
milliyetçiler tarafından yakından izlendi.

Türkiye’nin kurtuluş savaşının çekiciliği her şeyden önce Ortadoğu’da ve
genel olarak İslam dünyasında hissedildi. Türkiye’nin bağımsızlık arayışının Tunus, Mısır ve
Cezayir’de “umut ve güçlü duygulara” yol açtığı çeşitli çalışmalarda
gösterildi. Ortadoğu’nun ötesinde, birçok çalışma Türkiye’deki gelişmelerin Endonezya ve Malezya’da da
ilgiyle takip edildiğini ortaya koydu. Örneğin, Selçuk Esenbel,
Türkiye’nin bağımsızlık savaşının Endonezya’da yakından takip edildiğini ve
hayranlıkla izlendiğini yazdı.
Bu dönemde Endonezyalı devlet adamı ve milliyetçi Muhammed
Hatta, “Endonezya halkı, bağımsızlık mücadelesinde, Kemal Atatürk önderliğinde Türk
halkının kazandığı zaferlerde yeni bir ilham kaynağı ve güç kaynağı buldu.
Ankara, modern milliyetçiliğin Mekke’si olarak görülüyordu. Türk Ordusu’nun
Sakarya ve Afyon Karahisar’daki zaferleri, tarihin akışını belirleyen önemli
olaylar olarak Endonezyalıların hafızasında kalacak: Asya özgürlüğünün şafağı
kırılmaya başlamıştır” diyordu.[5] Türkiye’nin
bağımsızlık savaşının çekiciliği Müslüman çoğunluklu ülkeler arasında daha yüksek olmasına rağmen, başka
yerlerde de hissedildi. Örneğin, Hindistan’da, Anadolu’da olup bitenlerden sadece
Müslümanlar değil, Mahatma Gandi’nin İngiliz sömürgeciliğiyle başa çıkma
konusundaki görüşüne odaklanan bir çalışmanın gösterdiği gibi, aynı zamanda Hindular da
etkilendi.[6]

Türkiye’nin yaptıklarının yanı sıra, Cumhuriyetin kuruluşundan sonra
Türkiye’nin ne olduğu da Türkiye’nin bazı devletler için çekiciliğini
artırmıştır. Devlet oluşumunun ilk yıllarında Türkiye, devlet ve devlet-toplum
ilişkilerini dönüştürmek için  kapsamlı
bir reform programına başladı. Bu reformlar 
özellikle İran, Tunus  ve
Afganistan  için  bir ilham kaynağı oldu. Bu ülkelerin   yumuşak güç varlığı sayılabilecek Türkiye’ye
olan hayranlıklarına rağmen Halifeliğin kaldırılması ve laikliğin benimsenmesi
İslam dünyasında bazı eleştirilere de yol açmıştı.[7]

Kısaca, Türkiye, Kurtuluş Savaşı ve daha sonra Cumhuriyetin kurulması
ile ilham kaynağı olmuş, sömürge yönetimi altındaki birçok ülkeye hitap etmiş,
başta İslam dünyası olmak üzere devlet inşası süreciyle ilham kaynağı olmuştur.
Bu ilham ve çekiciliğin kökenleri Türkiye’nin ne olduğuna ve ne yaptığına
dayanıyordu. Bu dönemde Türkiye’nin yumuşak gücü dünyada artan milliyetçilik ve
sömürgeciliğe karşı mücadelenin bağlamında gerçekleşti ve anlam kazandı.

Türkiye’nin
yumuşak gücünün arttığı ikinci dönem 1990’ların sonu ve 2000’li yıllardır. Bu
dönemde Türkiye, Ortadoğu’daki komşularına göre önemli sosyoekonomik ve siyasi gelişme kaydetmiştir.
Daha önemlisi, Türkiye 1990’ların ortalarından bu yana, esas olarak AB üyesi
olmak için sıkı bir reform sürecine girmişti. Demokratik Sol Parti (DSP) lideri
Bülent Ecevit’in başbakanlığındaki koalisyon hükümetinin himayesinde başlayan
reformlar, 2002 sonlarında çoğunluk hükümeti olarak iktidara gelen Adalet ve
Kalkınma Partisi (AK Parti) yönetiminde de devam etti. Türkiye’nin yumuşak
gücü, AK Parti’nin dış politikasında yoğun olarak yumuşak güç araçlarına
odaklanmasıyla bu yıllarda arttı. Bu dönemde yine Türkiye’nin yumuşak gücü,
Türkiye’nin ne olduğundan ve ne yaptığından kaynaklanıyordu.

Türkiye’nin
ne olduğuna gelince, AK Parti’nin iktidara gelmesi, Türkiye’nin özellikle İslam
dünyasındaki cazibesi ve çekiciliğine yeni bir boyut kattı. AK Parti’nin
kendisi, bu deneyimin “ılımlı” İslamcılığın iktidar olma olasılığını
ve demokrasiyle uyumluluğunu ortaya koyması açısından önemine odaklandı. Bu
“model”, hem İslamcı hem de liberal muhalefetin “otoriter
direnç” çıkmazından çıkmanın yollarını aradığı Müslüman çoğunluklu
ülkelerde çekici bir deneyim olarak algılandı. Dahası, AK Parti iktidarının
temsil ettiği şey ile iç ve dış politikaları ABD için de cazipti ve bu da
“modeli” özellikle 11 Eylül 2001’deki terörist saldırılardan sonra
dünyadaki İslamcı radikalizmin büyümesi problemine karşı bir çözüm olarak
teşvik etmesini sağladı.

“Türk
modeli”nin ne anlama geldiği ve içeriğini neyin oluşturduğu tartışmalıdır.
AK Parti anlatısından farklı olarak, Türkiye’nin deneyimine daha geniş bir
bağlamda odaklanarak, Türkiye’nin demokratik, laik, ekonomik açıdan dünyayla
bütünleşmiş, Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri yapan ve tarihsel olarak
NATO, AGİT, Avrupa Konseyi ve OECD gibi kilit Batılı kurumların parçası olan
Müslüman çoğunluklu bir devlet olarak ortaya koyduğu önemli örneği vurgulamak
da mümkündür. Bu kadar geniş bir çerçevede, Türkiye’nin çekiciliği sadece AK
Parti veya “ılımlı İslam” ile sınırlı olamaz. Fakat bu alternatif
“model” o dönemde ne AK Parti ne de dış aktörler tarafından
desteklendi.

Neyi
temsil ettiğinin yanı sıra dış politikasında yaptıkları da bu dönemde
Türkiye’nin yumuşak gücünün önemli bir parçası oldu. AK Parti iktidarının ilk
yıllarında Türkiye’nin 2003 yılında ABD’nin Irak’ı işgalini desteklemeyi
reddetmesi ile profili Ortadoğu ve genel olarak Küresel Güney’de yükseldi.
Benzer şekilde Türkiye’nin uluslararası ilişkilerde arabuluculuk ve
çatışmalarda kolaylaştırıcılık gibi yapıcı roller oynaması da buna katkıda
bulundu. Türkiye’nin kalkınma yardımı politikalarının yanı sıra “insani
diplomasi” söylemini benimsemesi de cazibesini artırdı. Bu bağlamda
Suriyeli mültecilere yönelik “açık kapı politikası” ve çok sayıda mülteciye ev
sahipliği yapması büyük beğeni topladı. Bu politikalar Türkiye’nin uluslararası
profilini güçlendirdi ve özellikle Ortadoğu, Batı Balkanlar ile Afrika’nın bazı
yerlerinde ve ötesinde etkisini genişletti. Türkiye’nin devlet aktörlerinin
çabaları ve devlet dışı aktörlerin desteğiyle uluslararası alandaki
markalaşmasını teşvik etmek amacıyla 2010 yılında Kamu Diplomasisi Ofisi
kuruldu.

Fakat son yıllarda Türkiye hem ne olduğu hem de ne yaptığı açısından
çekiciliğini önemli ölçüde kaybetti. Türkiye’nin yumuşak gücü, 2010’lu
yıllardan itibaren giderek artan şekilde “rekabetçi otoriterlik” veya
“popülist otoriterlik” gibi kavramlarla karakterize edilen iç
dönüşümlerle lekelendi. Ülkenin Freedom House gibi küresel demokrasi
endekslerindeki konumu geriledi. Basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü üzerindeki
kısıtlamalar ve artan kutuplaşma nedeniyle Türkiye artık çekici bir model
olarak görülmemeye başladı. Ayrıca 2016 yılında yaşanan darbe girişiminden
Türkiye’nin siyasi gelişim imajı da olumsuz etkilendi. Öte yandan, ekonomik
başarısının da yerini, özellikle 2018’den bu yana, yükselen enflasyon, Türk
lirasının devalüasyonu ve işsizliğin arttığı bir ekonomik kriz aldı.

Türkiye’nin yaptıklarına gelince, son yıllarda Türkiye’nin dış
ilişkilerine ilişkin algıda olumsuz bir değişim yaşandı. 2010’lu yılların büyük
bölümünde Türkiye’nin Ortadoğu’daki ülkelerle dış ilişkileri son derece sorunlu
hale geldi. Son zamanlarda Yunanistan ile çatışmaların alevlenmesi ve
Türkiye’nin sık sık sert güç kullanması da bölgesel politikalarında 2000’li
yıllardan çok farklı bir ülkeye işaret ediyor. Bütün bunlar, Türkiye’nin
konumunun gerilediği yumuşak gücü ölçen endekslere şimdiden yansıdı.[8]
Pandemi sürecindeki tıbbi yardım diplomasisi ve Ukrayna krizindeki politikası,
Türkiye’yi 2022’de İsrail ve Suudi Arabistan’ın hemen üzerinde, 22. sırada
sıralayarak bu duruşun bir dereceye kadar artmasına yardımcı olmuş gibi görünüyor.
Fakat  Türkiye’nin çekiciliğinin hem
neyi temsil ettiği hem de ne yaptığı açısından azaldığı açıktır.

Özetle, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin
iki döneminde,
yani Kurtuluş
Savaşı ile Cumhuriyetin inşası döneminde ve daha sonra AB üyeliğini hedef alan kapsamlı bir reform programına
giriştiği 1990’lı
yılların sonu ile 2000’li yıllarda
Türkiye, özellikle AK Parti hükümetinin
ilk döneminde dış ilişkilerinde yumuşak güç
kullanma hevesinin de katkısıyla, cazibe merkezi olmuştur.
Sözü ediilen ilk dönemde Türkiye’nin ne olduğu ve ne
yaptığı uluslararası alanda halklar arasında olduğu kadar
devlet liderleri tarafından
da cazip
görülürken, ikinci dönemde
Türkiye’nin cazibesi büyük ölçüde halklar nezdinde gündemdeydi.

Her iki durumda da,
Türkiye’nin cazibesi kutuplaşmaya
başlamış ve sonunda azalmıştır.
İlk dönemde
devlet ve devlet-toplum ilişkilerinde yapılan reformlar,
Türkiye’nin NATO üyeliğiyle devam
eden gelişmeler Türkiye’nin cazibesini
özellikle İslamcı ve milliyetçi kesimlerde azaltmıştı.
İkinci dönemde ise Türkiye’nin çekiciliği liberaller
arasında kayboldu ve daha
sonra ülkenin
iç ve dış politikasındaki
gelişmeler nedeniyle genel düzlemde azaldı.


[1] Joseph Nye (1990) · Bound to Lead: The Changing Nature of American Power, , NY: Basic Books.
[2] Joseph Nye (2004) · Soft Power: The Means to Success in World Politics, NY: Public Affairs.
[3] Örneğin, Meliha B. Altunışık (2005) ” The Turkish Model and Democratization in the Middle East,” Arab Studies Quarterly,  Cilt 27, Sayı 1 ve 2, s. 45-63; Tarık Oğuzlu (2007) ” Soft power in Turkish foreign policy,,” Australian Journal of International Affairs, 61(1), s. 81–97; Meliha B. Altunışık (2008) ” The Possibilities and limits of Turkey’s soft power in the Middle East  Insight Turkey, 10, s. 41-54; Necati Anaz (2022) “An Assessment of Turkey’s Soft Power Resources in Asia: Potential and Limitations,” Journal of Balkan and Near Eastern Studies, 24:5, s. 755-771.
[4] Joseph Nye (2004) Yumuşak Güç: Dünya Siyasetinde Başarının Araçları, NY: Public Affairs, s. 5
[5] Kaynak Esenbel 2013:
Muhammad Hatta, “A Message to the People of Turkey,” Koleksi Muhammad Hatta 2, 35 (1950), Arsip Nasional Republic Indonesia, Jakarta. Quoted in İsmail Hakkı Göksoy, “Atatürk ve Türk İnkılabının Endonezya’daki Etkileri,” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi 18, 52 (2002), s. 1-36.
[6] R.K. Sinha (1994). The Turkish Question, Mustafa Kemal and Mahatma Gandhi, Adam Publishers.
[7] R. Hattemer, R. (2000) “Atatürk and the Reforms in Turkey as Reflected in the Egyptian Press,” Journal of Islamic Studies, 11(1), s.  21–42.
[8] Sanem B. Çevik (2019) “Reassessing Turkey’s Soft Power: The Rules of Attraction,” Alternatives, 44(1), s.  50–71.

Prof. Dr. Meliha Benli Altunışık, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Ortadoğu’nun uluslararası ilişkileri, Türkiye’nin Ortadoğu politikası, rantiye devletler konuları üzerinde çalışmaktadır.


Bu yazıya atıf için:  Meliha Benli Altunışık, “Uluslararası İlişkilerde Türkiye’nin Yumuşak Gücü” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 26 Aralık 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/12/26/mba/

Bu görüş yazısı, ‘Foreign Policy for the 21st Century; Peaceful, Equitable, and Dynamic Turkey’ başlıklı proje kapsamında Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından Uluslararası İlişkiler Konseyi ve Global Akademiye sağlanan destek çerçevesinde hazırlanmıştır.


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.