2022 Yılında ABD-Türkiye İlişkisine Yönelik Bir Değerlendirme – Özgür Ünlühisarcıklı


Sadece ABD ve Türkiye’de değil, birçok ülkedeki
uluslararası ilişkiler uzmanları ve dış politika meraklıları ABD-Türkiye
ilişkisini pembe dizi gibi izlerler. Her an bitecekmiş gibi görünen bir aşk
nefret ilişkisi, izleyiciyi her an diken üstünde tutan şüphe dolu bir ambiyans,
akılda kalıcı replikler, olayların çözümlenmesini her zaman bir sonraki bölüme
bırakan bir kurgu ile, bu ilişkide gerçekten de bir pembe dizide ne arıyorsanız
vardır. Ancak 2022 sezonu pek öyle olmadı. Rusya’nın Ukrayna toprakları işgal
etmesi ve Türkiye’nin 2023 yılında seçime gidecek olması tarafları diğerine
karşı daha ölçülü ve ihtiyatlı olmaya itti. Böyle olunca da sorunların ve
çözümlerin ötelendiği, futbol terminolojisi ile tarafların kendi yarı sahasında
top çevirdiği bir yıl oldu.

ABD-Türkiye işbirliği hiç bir zaman dikensiz gül bahçesi
değildi, ancak hiç bir zaman son on yıldaki kadar kırılgan olmamıştı. Güncelliğini
yitirmiş bir stratejik çerçeve, karşılıklı şüpheler, ortadan kalkan kurumsal
destek, parlamentolar arası ilişkinin yok denilebilecek düzeye inmesi, olumsuz
kamuoyu algıları sıklığı ve şiddeti gittikçe artan krizler yolun sonu mu
sorusunu dahi gündeme getirdi.

2021 yılının sonunda Biden’ın ABD Başkanı seçilmesi işleri
daha da çetrefil hale getirdi, zira öncesinde en azında liderler arasında güçlü
bir dialog vardı. Trump ve Erdoğan birbiri ile empatik bir ilişki kurabilmenin
ötesinde karşılıklı sempatilerini dile getirmekten de geri durmuyorlardı. Öte
yandan, Biden ve Erdoğan’ın birbirine yönelik antipatik duruşları da konuyu
takip edenlerce malumdu. Sonuç olarak Erdoğan Biden’ı tebrik etmek için arayan
son liderlerden birisi olurken, Biden da Erdoğan ile ikili görüşme için son
derece isteksiz bir tutum sergiledi. Doğrusu, 2021 yılının başında işler hiç
iyi görünmüyordu. Ancak ABD’nin Afganistan’dan çekilmeye karar vermesiyle
birlikte Türkiye’nin ABD açısından stratejik önemi bir kez daha ön plana çıktı.
Öte yandan diplomatik alanda sıkışan Türkiye, Doğu Akdeniz’deki gerilimi
düşürdü ve Şubat 2020’deki Bahar Kalkanı Harekâtı sonrasında Suriye’de yeni bir
askeri operasyon düzenlemedi. Bu gelişmelerin sonucunda belki ABD-Türkiye
ilişkisinde olumlu bir gelişme yaşanmadı, ancak en azından kötüye gidiş durdu.

2022 yılı ise Rusya’nın Ukrayna sınırına yığınak
yapmasıyla başladı ve bu gelişme bütün seneye damgasını vurdu. Almanya
Başbakanı Olaf Scholz bu gelişmeyi zeitenwende (kırılma noktası) olarak
tanımladı. Başta büyük güçler ve Avrupalı devletler olmak üzere dünyadaki belli
başlı bütün aktörler dış politika yaklaşımlarını bu kırılma noktasını referans
alarak gözden geçirdiler.

Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı, üstelik bu
saldırganlığı başka ülkelere de yönlenebileceği izlenimi verebilecek tarihsel
referanslarla gerekçelendirmesi, bir yandan Türkiye’nin Batı açısından
jeostratejik önemini artırıken öte yandan Rusya’nın saldırgan tutumunun kendisi
açısından ortaya çıkardığı risklerin farkında olan Türkiye’nin NATO ve ABD’nin
sağladığı güvenlik teminatına olan ihtiyacını da artırdı.

Burada bir parantez açıp, 2022 yılına Türkiye’nin nasıl
bir ekonomik tablo ile girdiğini de hatırlamakta fayda var. 2021’in Kasım ayında
Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) yürütmenin tercihleri
doğrultusunda politika fazini enflasyonun da altına indirmesi döviz kurunu ve
dolayısıyla enflasyonu sıçrattı. TCMB bunun üzerine kuru kontrol altına almak
için döviz korumalı mevduat aracını devreye soktu, ancak parasal istikrarı
sağlayabilmek için sürekli olaral piyasaya döviz satmak zorunda kaldı. Net
rezervleri zaten ekside olan TCMB’nin harcanabilir rezervinin de hızla erimesi
ve ufukta bir yeni döviz şokunun belirmesi, üstelik bütün bunların 2023’ün ilk
yarısında Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimi yapılacakken olması
kısa vadeli finansal işlemleri dış politikanın en önemli belirleyicilerinden
birisi haline getirdi.

Türkiye uzun vadeli güvenlik çıkarları gereği Rusya’nın işgaline
karşı Ukrayna’yı desteklerken, kısa vadeli dış finansman ihtiyacı sebebi ile
Rusya’yı doğrudan karşısına almaktan imtina etti. Türkiye Ukrayna’ya silahlı
insansız hava araçları (SİHA) dahil silah satışına devam etti, kritik bir anda
Montrö Sözleşmesi’nin verdiği yetkiye dayanarak Boğazları savaşan tarafların
askeri gemilerine kapattı (üçüncü taraflardan da gayrıresmi olarak askeri
gemilerini Boğazlardan geçirme girişiminde bulunmamalarını rica etti),
Rusya’nın saldırganlığını kınayan tüm Birleşmiş Milletler tasarılarına destek
verdi. Öte yandan, Türkiye Rusya’ya yönelik yaptırımlara katılmadı ve başta
oligarklar olmak üzere birikimi için güvenli liman arayan Rus’lar için güvenli
liman haline geldi. Körfez ülkelerinden gelen dövizin yanı sıra Rusya’dan gelen
para muhtemel bir döviz krizinin ötelenmesini mümkün kıldı. Savaşın başından
beri kendisini arabulucu olarak konumlandıran Türkiye, gerek Rusya ve Ukrayna
arasında teknik ve siyasi düzeyde temaslar için kolaylaştırıcılık  ile tahıl anlaşması ve savaş esirleri
değişimine arabuluculuk yaptı.

Türkiye’nin Rusya-Ukrayna savaşında izlediği denge
politikası ve arabuluculuk rolü, 2022 yılında ABD-Türkiye ilişkisi için de
belirleyici oldu. ABD Türkiye’nin yaptırımlara katılmamasından duyduğu
memnuniyetsizliği ve Türk şirketlerinin Rusya’nın yaptırımları delmesine
yardımcı olmaları durumunda ortaya çıkabilecek sonuçları çeşitli yöntemlerle
Türkiye’deki muhataplarına bildirdi. Ancak geçmiş yıllarda olduğu gibi Erdoğan
yönetimini doğrudan hedefe koymaktan da kaçındı. Öyle ki, Türkiye’nin teröre
destek verdikleri gerekçesi ile İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerini
geciktirmesini bile açıktan eleştirmeyen Biden yönetimi, tam tersine
Türkiye’nin meşru kaygıları olduğunu ve İsveç ve Finlandiya’nın bu kaygıları
gidermeleri gerektiğini sürekli vurguladı. Biden yönetimi ABD Kongresi’ndeki
güçlü muhalefete karşın Türkiye’nin yeni F-16 savaş uçakları ve mevcut F-16’ları
için modernizasyon kiti talebine olumlu baktığını yazılı olarak Kongre’ye
bildirdi. ABD yönetimi belli ki böylesine kritik bir dönemde NATO’nun güney
kanadında önemli bir rol oynayan Türkiye’yi karşısına almak istemiyor.
Ankara’nın da benzer kaygılarla ABD’ye yönelik söylemini olabildiğince
yumuşattığını söyleyebiliriz.

Önce ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, daha sonra
Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması, ABD ve Türkiye’nin birbirine karşı daha ölçülü
davranmaları sonucunu doğurdu ve Biden’ın ABD Başkanı seçilmesi ile birlikte
ilişkilerde beklenen fırtına kopmadı. 2002 yılında ilişkiler daha iyiye
gitmedi, mevcut sorunlardan hiç birisi çözülmedi, ama en azından yeni bir kriz
yaşanmadı.

Gelelim 2023’e. 2023 yılında ABD-Türkiye ilişkisine
Türkiye’deki seçimler damgasını vuracak. Önceklikle seçimler sonuçlanana kadar,
Washington’un Türkiye’nin iç politikasına müdahale anlamına gelebilecek
adımlardan kaçınacağını umabiliriz. En azında gelen sinyaller bu yönde.
Dolayısıyla seçimlere kadar ilişkilerde dramatik bir gelişme beklemek gerekir.
Bunun bir istisnası, biraz da Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO
üyelikleri konusundaki yaklaşımına bağlı olarak, F-16 kördüğümünün çözülmesi
olabilir. Ancak seçimlerden sonra kimin kazanacağından bağımsız olarak önemli
gelişmeler beklenebilir.

Seçimlerin Türkiye’de iktidarın demokratik yollarla el değiştirmesi
ile sonuçlanması durumunda Washington ve Ankara arasında kısa süreli bir balayı
bekleyebiliriz, zira geçmişte hep böyle olmuştur. Washington ve Ankara bu
balayını somut sonuç almak için değerlendirmeye yönelik olarak kafa yoruyor
olmalılar.

Seçimlerin sonucunda, Türkiye’deki mevcut iktidarın devam
etmesi durumunda da ABD-Türkiye ilişkilerinde bir balayı değilse de somut
gelişmeler beklenebilir. Zira, Biden yönetimi ve Washington’daki kurumlar
beklenmedik bir gelişme olmaması durumunda Türkiye’deki muhataplarının en
azından beş yıl daha Erdoğan yönetimi olduğunu görerek ona göre tavır
alacaklardır. Seçimleri geride bırakan ve muhtemelen son dönemine girecek
Erdoğan da kısa vadeli siyasi kaygılara göre değil Türkiye’de bırakacağı uzun
vadeli mirasa odaklanarak karar alacaktır. Erdoğan’ın aynı yönetim dönemi
içinde dış politikada yapabildiği keskin dönüşlere bakacak olursak, aynı şeyi
seçimden sonra da yapacak pragmatizmden yoksun olduğunu düşünmemiz için hiç bir
sebep yok.

Yazıyı bitirirken bir konunun altını çizmek istiyorum.
Nasıl ki ABD-Türkiye ilişkisi siyasi tercihlerden ziyade yapısal gerekliliklere
dayanıyorsa, iki müttefik arasındaki sorunlar da yapısal faktörlere dayanıyor.
Bu yapısal sorunları ele almadan her iki taraf için de çok değerli olan bu
işbirliğinin rayına sokulması mümkün olmayacaktır.

Özgür Ünlühisarcıklı, ABD Alman Marshall Fonu Ankara Temsilciliği Direktörüdür. Transatlantik İlişkiler, Demokratikleşme, Sivil Toplum, Sivil Katılım gibi alanlarda uzmanlaşmıştır


Bu yazıya atıf için: Özgür Ünlühisarcıklı, “2022 Yılında ABD-Türkiye İlişkisine Yönelik Bir Değerlendirme” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 23 Ocak 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/01/23/oh/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.