Sturgeon’ın Ardından İskoç Siyasetinde Değişim ve Devamlılık Konusu Olarak Bağımsızlık – Sezgin Mercan


Son
10 yıldır İskoç siyasetinin sembol isimlerinden biri haline gelen Başbakan
Nicola Sturgeon’ın istifası, İskoçya’da siyasetin ve İskoç Ulusal Partisi (İUP)
politikalarının yeniden değerlendirilmesine yol açtı. İskoç siyasetinin ve İUP gündeminin temel konusu olan bağımsızlık
ve bunun için gerekli referendum, İUP’nin yeni dönem siyasetinin ana teması olacak
gibi görünüyor. Birleşik Krallık Yüksek Mahkemesi’nin
Parlamento onayı olmadan İskoçya için yeni bir bağımsızlık referandumunun
yolunu kapatmasıyla İUP’nin bağımsızlık vurgusu daha anlamlı hale geldi. Peki İskoç
bağımsızlığı, İskoçya siyasetindeki dönüşüm işaretleri ve İngiliz siyasi kültürünün
kapsayıcılığına rağmen canlılığını korumaya nasıl ve hangi koşullarda devam
edebildi?

Son
dönem Birleşik Krallık’ta medyada yer alan tartışmalara bakıldığında bağımsızlık
konusunun ekonomik sorunlara kıyasla geri planda kaldığı fikri Birleşik Krallık
basınında yer buluyor. Bu durumun Sturgeon’ın elini zayıflattığı bile düşünülebilir. İstifanın ardından
ortaya çıkan liderlik rekabetinde, İskoç siyasetinde pek de popüler olmayan
konuların dahi ön
plana çıkartılabileceği İngiliz basınında yer almakta. Sturgeon’un istifasını takip
eden süreçte İskoç siyasetinde bir dönüşüm
yaşanacağı öngörülüyor.
Bu dönüşüm
kapsamında İskoçya’da hem bağımsızlık konusundan uzaklaşma
olasılığı hem de yeni konuların seçim kampanyalarına damga vurma ihtimali,
Birleşik Krallık siyasetinin ılımlı ve dönüştürücü bir rol oynayabileceğini işaret
ediyor. Aynı zamanda, Sturgeon’ın da vurguladığı gibi, bu dönüşüm, İskoç siyasetinde zamanla görünür hale gelen bölünme veya kutuplaşmanın aşılması gereğini de ortaya koyuyor. Sturgeon’ın bu siyasal kutuplaşmada bir taraf
haline gelmesi, liderliğini zayıflatan bir faktör olarak değerlendirilmekle birlikte,
istifası İskoç siyasetini kutuplaşmadan arındırma çabası olarak da görülebilir. İUP için adeta bir varlık
gerekçesi olan İskoçya’nın bağımsızlık konusu her şeye rağmen partinin temel
argümanı olmaya devam edecek gibi görünüyor. Partinin kamuoyuyla paylaştığı araştırmalarda
İskoçların %50’den fazla bir kesiminin bağımsızlığı desteklediği,
Glasgow’da bu destek oranının %60’a çıktığını gösteriyor. Bu koşullarda
tam tersini düşünmek çok da rasyonel olmasa gerek.

İskoçyada Bağımsızlık
Odaklı Siyasetin Temeli

Birleşik
Krallık’ta İskoçlar, İngilizler, Galliler,
Kuzey İrlandalılar şeklinde varolan unsurlar 1990’larda
farklı anayasal talepleri gündeme getirmişlerdir. Bu unsurlar arasında İskoçya
bağımsızlık talebi konusunda ısrarcı olmuştur. İskoçya’da
bağımsızlık temelli siyasetin önde
gelen savunucusu İUP’dir. İskoç bağımsızlık hareketi bu
parti sayesinde kurumsal bir temele kavuşmuştur. Partinin bağımsızlık vurgusu
1940’lara dayanmaktadır. Önce İskoçyanın özerkliğini kurumsallaştıracak mekanizmaların
kurulması ardından da bağımsızlık vurgusu ekseninde partide 1980’lere kadar fikir birliğine dayalı bir
yönelim
varken, 1980’lerde farklı fikirler ortaya çıkarak
partide ayrışmalara neden olmuştur. Fikir ayrılıkları bir tarafta sadece İskoçya’nın bağımsızlığına odaklanılması gerektiğini düşünen gelenekçilerle, bağımsızlık yanında
sosyal refah, sınıf ayrılıkları gibi hususlarında göz önünde bulundurulması gerektiğini düşünen solculardan kaynaklanmıştır.
Zaman geçtikçe solcuların ağırlığının giderek arttığı İUP, bağımsızlık yanlısı sosyal
demokrat bir kimliğe bürünmüştür. Partide bugünkü ayrışma da bu klasik fikir
ayrılığının bir mirası olarak ele alınabilir.  

1980’lerde Muhafazakar Partinin politikaları
İskoç bölgelerinde
‘sanayisizleştirme’ hamleleri, istihdam
alanlarının azaltılması ve kemer sıkma politikaları olarak ortaya çıkmıştır. Bu
politikaların yarattığı gergin birikim, İskoç muhafazakarlığını ve onun siyasi
iradeye yansımasını
temsil etmiş olan Alex Salmond’un liderliğini doğurmuştur. Muhafazakarlıkla şekillenen
bağımsızlık hedefi Salmond liderliğinde iyice görünür hale gelmiş ve büyük bir
kampanyaya dönüşmüştür.
Margaret Thatcher dönemi
İngiliz hükümetinin içten içe
taşıdığı İskoç ‘antipatisi’, İskoçya’nın
ayrı bir varlık sergileme ve uluslaşma bilincini daha da pekiştirmiştir. Muhafazakar
hükümetlerin politikaları İskoçlar tarafından benimsenmediğinden İskoçya’nın bağımsızlığı, Muhafazakarların
iktidarını engellemek için bir araç olarak dahi görülmüştür.

Salmond’un ardından hem parti hem de hükümet liderliğini devralan Sturgeon, İskoçya’nın
geleceğinin Birleşik Krallık dışında
daha iyi olacağını öne sürerek, bağımsızlık hedefini hep canlı tutmaya çalışmıştır.
Hatta Brexit’ten hareketle değerlendirmeler yapıp,
AB üyeliğine son vermenin Birleşik Krallığın içinde bulunduğu sorunlu yapının
bir göstergesi
olduğunu savunmuştur. Birleşik Krallık içindeki yönetim sorunları gerek İUP gerekse de İskoç
hükümetlerince hep öne
çıkartılan bir konu olmuştur. Önceleri daha fazla yetki devri ve özerklik talebiyle hareket edip, bu
taleplerin karşılanmasının yeterli olduğu eğilimi taşıyan İskoçya, özellikle Salmond ile birlikte başlayan
süreçte bağımsızlık
hedefinde ısrar etmiştir. İskoç siyasetinin şekillenmesinde İngilizlere yönelik tutum, İskoç kimliğinin tanımlanışı,
kozmopolit kimlik anlayışına zıt tutum sergileyen İngiliz hükümetleri, Birleşik
Krallığın emperyal geçmişi ve ekonomik sorunlar İskoçları adeta muhafazakarlığı
ve bağımsızlığı savunmaya itmiştir.

Bu
noktada akla bir soru gelebilir. O da İskoçların, uzun yıllar bağımsızlık
hedefine sahip olmalarına rağmen, bu zamana kadar Birleşik Krallık içinde
kalmaya nasıl devam ettiğidir. Bu soruya verilecek cevap, ülkenin köklü demokrasi pratiğine sahip bir
siyasi kültürünün olması ve tabandan tavana doğru bir yetkilendirmeyi barındırmasıdır. Bir başka deyişle, Birleşik
Krallık modeli aşağıdan-yukarıya bir ‘yetkilendirme’ yapısına sahiptir. Bu şekilde
İngiliz Parlamentosu’nun gücü korunmuş ve federal unsurlar
barındıran Krallık, üniter devlet konumunda kalabilmiştir. Yine bu sayede İskoçlar
siyasi, ekonomik ve sosyal konuları Birleşik Krallık hükümetinden farklı ele alma olanağına
sahip olmuşlardır. Bu farklılık ya da özerklik hali, zaman zaman Londra’yı da zorlayacak şekilde varlığını güçlendirmiştir.
Aksi halde Salmond liderliğinde büyük bir kampanyaya dönüşen 2014’teki bağımsızlık
referandumunun gerçekleştirilmesi nasıl açıklanabilir? Referandumda İskoç halkı
yüzde 44 ‘evet’ oyuna karşılık yüzde 55 ‘hayır’ oyuyla Birleşik Krallıkla
birlikteliği desteklemesi İskoç kamuoyunun bağımsızlık ısrarının yumuşadığına işaret
etmekle beraber, Sturgeon’ın yeni referendum çağrılarından anlaşılabileceği üzere,
bu konunun canlı tutulmasına fırsat sunmıuştur.

İlginç bir şekilde İskoçya, olası bağımsızlık durumunda
Birleşik Krallık’tan ayrılacak olsa da İngiliz Milletler Topluluğu’na üyeliğini tartışmaya açmamakta ve
bunu devam ettirme niyetini korumaktadır. İskoç hükümetlerinin Kraliyetin
konumunu tartışmaya açıp, Kralın İskoçya’nın
devlet başkanı statüsünü korumasına yönelik bir itirazı bulunmamaktadır.
Para birimi olarak sterlinin kullanılmasına da itiraz edilmemektedir. Yine de bağımsızlığı
destekleyenler için Birleşik Krallık ekonomik ve sosyal refah önündeki engel olarak görülmekte ve İskoçların ancak bağımsız
olarak Birleşik Krallık dışında
refaha ulaşabileceği düşünülmektedir. Birleşik Krallık hükümetleriyle ilgili yukarıda ana argümanları
sunulan karamsar tutumun arkasında, Muhafazakar Parti siyasetine karşıtlık ve İşçi
Partisi’nin İskoçya’nın
sorunlarına yeterince çözüm üretememesi de yer almaktadır.

Bağımsızlığın
Zorlukları

İskoçların,
uzun yıllardır bağımsızlık hedefi olmasına rağmen neden bu emellerini gerçekleştirmediklerine
dair değerlendirmeler bağımsızlık sonrası zorluklar konusunu karşımıza çıkarıyor.
İskoçya için Birleşik Krallık’tan ayrılmanın olası bedelleri bağımsızlık
konusunda İskoçları temkinli bir tutuma sevk ediyor. Bu bedellerin başında
ekonomik maliyet geliyor. Krallık borcunun İskoçya’nın
bağımsızlığı durumunda yeniden nasıl paylaştırılacağı, Kuzey Denizi
petrollerinin gelirinin nasıl değerlendirileceği, AB ile ilişkilerin nasıl
seyredeceği gibi konular İskoçya için bağımsızlık sonrasında maliyet yaratması beklenen
konular. Buna, Birleşik Krallığın Avrupa’da petrol üretimindeki konumunu
korumak için İskoçya’daki petrol ve doğalgaz alanları üzerindeki haklarından
vazgeçmeyecek olması da eklenebilir.

İskoçya’nın
bağımsızlık arzusunun önündeki bir diğer engel de olası bir askeri güç zafiyeti ve güvenlik
teşkilatlanmasıdır. İki taraf için de askeri ekipmanın artırılması, yeni askeri
üslerin kurulması ve geliştirilmesi, mevcutların taşınması, askeri eğitimler için
yeni alanların kurulması, nükleer silah başlıklarının yeniden dizayn edilmesi
oldukça maliyetli konulardır. Böyle
bir durumda özellikle nükleer unsurların Batı İskoçya’daki Faslane ve Coulport
bölgelerinde
yer aldığı göz
önünde bulundurulduğunda, Birleşik
Krallığın nükleer caydırıcılığının dahi tehlikeye girecek olması söz konusudur. Hatta bu caydırıcılık en
son, nükleer savaş başlıklarını taşıyan konvoyun Glasgow yakınındaki Coulport’a giderken görüntülenmesi esnasında gündemde yer
bulmuştur. İngiliz hükümeti, bağımsızlık durumunda İskoçya’nın
adalet ve iç güvenlik konularında yükünün artacağını İskoç hükümetlerine
hissettirmiştir. İskoçya’nın kolluk kuvvetleri ve istihbarat teşkilatı
gibi ayrı güvenlik kurum ve kuruluşlarına sahip olmasını ve bu gibi kurum ve
kuruluşların uluslararası alanda itibar görüp, işbirliği ağına dahil edilmesini
zor ve maliyetli olarak yansıtmıştır.

Bağımsızlık
hareketini boşa çıkarabilecek en kritik gerekçe, Birleşik Krallık’taki köklü demokrasi pratiğine sahip kurumsallaşmış
siyasi kültür ve aşağıdan-yukarıya yetkilendirme usulüdür. İskoçlar bu usulle
Birleşik Krallık hükümetinden
farklı siyasi tutum sergileme imkanına sahiptir. Hatta İngilizler İskoçlara,
referandumda ‘hayır’ demeleri
halinde daha fazla yetki devri vaadetmişlerdi. Bu, daha fazla özerklik anlamına gelmektedir. Yetki
devri vaadinin arkasında bu yetkilendirme usulü yer almaktadır. Daha fazla
yetki ve özerklik, bağımsızlık talebini geri planda bıraktırıp, İskoç kamuoyunu
ilgilendiren diğer ekonomik ve sosyal meselelerin öne çıkmasına zemin hazırlamaktadır. 

Birleşik
Krallık’taki siyasi kültürün yansımalarının yanısıra, Muhafazakar Parti
iktidarlarının ve özellikle
de Boris Johnson döneminin
birtakım özellikleri
de İskoç bağımsızlığını zorlaştırmıştır. Johnson döneminde partiye sağ ve sol tabandan
destek gelmesi ve bu sayede partinin geniş bir oy potansiyeline kavuşması, artan güvenlik kaygıları ve bu kaygıları
giderme vaadiyle kontrolcü bir hükümet profilinin ortaya çıkması bu özelliklerdendir. Ek olarak, Johnson’ın,
kemer sıkma politikalarının kaldırılması, sağlık hizmetlerinin fonlanması, yatırımların
arttırılması, göçün kontrol edilmesi, kolluk kuvvetlerinin arttırılması, güçlü bir
hükümet ve yönetim
yapısının kurulması, güvenliksiz dünyada daha da güvenli bir ülke yaratılması gibi
vaadleri ve yeni bir referendum önündeki İngiliz Parlamentosu engeli İskoçları yatıştıran
ve İskoç hükümetinin bağımsızlık kampanyasını sınırlayan bir etki yaratmıştır.
Brexit süreciyle beraber Birleşik Krallığın adeta bir ulusal yenilenme
projesini yürütür hale gelmesi ve İngiliz hükümetinin temel insan haklarını yayma
hedefi ve küresel misyonlar üstlenme isteğiyle pekişen ‘eşsiz
Birleşik Krallık’ fikri de İskoç siyasetinin ayrıştırıcılığını
bastırmıştır. İskoç yönetimi üzerinden yerel yönetim ayağı güçlendirilmeye çalışılmıştır.

Sonuç olarak, İskoç siyasetinde ve İUP’nin argümanlarında bağımsızlık konusu önemli yer tutmaya devam etmektedir.
Her ne kadar ekonomik sorunlar ve hukuki düzenlemeler gibi başka konular İskoçya’nın gündeminde yer alıp, Sturgeon’ın ardından yaşanacak liderlik
rekabetinde bağımsızlığın ötesine
geçen yeni söylemler
duyulmaya başlasa da, özellikle
İUP için
adeta bir varlık gerekçesi olarak bağımsızlık konusu ön planda olmaya devam
edecek gibi görünmektedir. Yeni bir referandum için ilk yapılması gereken ise
referanduma İngiliz Parlamentosu’ndan izin şartı getiren yasayı değiştirmeye yönelik
dava açmak olacaktır. Bu koşullarda, bağımsızlığı hedefleyen İskoçların karşı karşıya
kalacağı güçlük ise İngiliz
siyasi kültürünün kapsayıcılığı, referandum önündeki hukuki kısıtlar ve hukuki güvencelerle
çerçevelenen özerklik
alanıdır. Bu üç unsur, İskoç siyasetinde bağımsızlığa kıyasla diğer gündem
konularının öne çıkması için bağımsızlığı desteklemeyen İskoçlara adeta bir
konfor alanı sağlamaktadır. Bu alanda İskoçya siyasetindeki dönüşüm işaretleri de gözden kaçırılmamalıdır.  

Doç. Dr. Sezgin Mercan, Başkent Üniversitesi

Doç. Dr. Sezgin Mercan, Başkent Üniversitesi, Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir. Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi danışmanıdır. Başkent Üniversitesi’nden Avrupa Birliği Yüksek Lisans ve Dokuz Eylül Üniversitesi’nden Avrupa Çalışmaları Doktora dereceleri almıştır. Araştırma konuları bütünleşme ve ayrışma kuramları, AB’nin ortak dış, güvenlik ve savunma politikası, AB’deki ayrılıkçı hareketlerdir. AB ve Orta Doğu, Türkiye-AB ilişkileri, Türk dış ve güvenlik politikası ve Türkiye’nin Orta Doğu politikası diğer çalışma alanlarındandır. Yayınları arasında AB ve Türkiye’nin güvenlik politikaları, AB genişlemesi ve bütünleşme kuramları, Brexit, barış çalışmaları ve Covid-19 sonrası sağlık politikalarının Avrupalılaşması konularında makale, kitap ve kitap bölümleri bulunmaktadır.


Bu yazıya atıf için: Sezgin Mercan, “Sturgeon’ın Ardından İskoç Siyasetinde Değişim ve Devamlılık Konusu Olarak Bağımsızlık, Çevrimiçi Yayın, 04 Mart 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/03/04/sm/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.