14 Mayıs 2023 Seçimlerine Damga Vuran Kutuplaşma – Emre Erdoğan


14 Mayıs 2023’te
gerçekleştirilen Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinin
sonuçları birçok açıdan şaşırtıcı oldu diyebiliriz, Türkiye’de seçmen davranışı
çalışanları ve konunun ilgilerini uzun bir süre ilgilendirecek bir malzeme
üretti.

Önce somut verilerden
başlayalım, Türkiye’de seçimlerin organizasyonundan sorumlu Yüksek Seçim Kurulu
(YSK) tarafından açıklanan sonuçlara göre yurtiçi ve yurtdışı dahil olmak üzere
kayıtlı 64 milyon seçmenden 55 milyon 833 bini oy kullandı, katılma oranı %87
oldu. Cumhurbaşkanlığı adaylarından Erdoğan geçerli oyların %49.5’ini,
Kılıçdaroğlu %44.9’unu ve diğer adaylar da %5.6’sını aldı; böylelikle
Cumhurbaşkanlığı seçimi Erdoğan ile Kılıçdaroğlu’nun yarışacağı ikinci tura
kalmış durumda.

Parlamento seçimlerinin
sonuçları daha da karmaşık, malum partiler ittifaklar kuruyor, bazen ittifak
içinde ayrı yarışıyorlar, bazen de aynı listede yer alıyorlar. İttifaklardan
gidelim, Cumhur İttifakı’nın oy oranı %49.5, AK Parti %35.9, MHP %10.1 almış bu
ittifak içinde. Millet İttifakı’nın oy oranı %35, CHP’nin %25.6 aldığını, İYİ
Parti’nin oy oranınınsa %9.8 olduğunu görüyoruz. Emek ve Özgürlük İttifakı
bileşenlerinden Yeşil Sol Parti’nin oy oranı %9, ittifak toplam oranı da %10.6.
Bu rakamlarla Cumhur İttifakı’nda 323, Millet İttifakı’nda 212 ve Emek ve
Özgürlük İttifakı’nda 65 milletvekilliği bulunuyor. Eğer parlamenter bir
rejimde olsaydık hükümeti kimin kuracağını bilirdik, ancak bu rejimde 28
Mayıs’ı beklemek zorundayız.

Seçimlerin şaşırtıcılığı,
sonuçların ortalıkta kolaylıkla erişilen anketlerin ve bu anketlerin
ortalamalarından farklı olması değil, “anketlerin anketi” çalışmalarına göre Kılıçdaroğlu %47.6, Erdoğan
%44 alıyordu, tabii Muharrem İnce’nin çekilmesinden önceydi bu. Cumhur
İttifakı’nın beklenen oy oranı %43’ken, Millet İttifakı’nınsa %39’du. Münferit
anketlere girmeyelim ama tahminlerin ortalamasının bile kayda değer bir sapması
bulunuyor. Anketler yanıldı mı, yanıldıysa neden yanıldılar biraz teknik bir
mesele, bunu başka yerlerde tartıştık zaten, ama sonuçta anket işi tahmin işidir, tahmin ederseniz,
yanılırsınız.

Bu seçimleri tartışmaya
değer kılan sadece anket verilerinden ya da anekdotal gözlemlerimizden gelen
görgül bilgiyi değil, siyaset biliminin seçmen davranışı hakkındaki
birikiminden kaynaklanan kuramsal öngörülerimizi de yanlışlamış olması. Sosyal
bilimlerin bir kısmı verilerin öngörülerinin yanlışlamasını sever, böylelikle
daha çok şey öğrenmek için fırsatımız olur çünkü, bu açıdan da 2023 seçimleri
çok öğretici oldu.

Neleri bekliyorduk, bir
düşünelim… Seçmen davranışı çalışanların çok sevdikleri “seçmen rasyonel mi?”
tartışmasına girmeden, ekonominin gidişatının hükümet aleyhine olmasını
beklentiler arasındaydı, çünkü Ekonomik Oy Verme davranışı adı verdiğimiz ekol seçmenlerin
ekonominin gidişatından etkilenmesi gerektiğini öne sürmekte… Bir ülkede
enflasyon ve işsizlik artarsa iktidarın oyu düşer, ekonomik büyüme olursa
artar. En son resmi istatistiklere göre ülkemizde enflasyon %43.7, işsizlik %10
ve ekonomik büyüme de %5.6. Bu resme geçen yıl yaşadığımız devalüasyon ve %85’e
varan enflasyonu da eklememiz gerekir. Elimizde makro düzeyde analiz yapan
eskice de sayılsa iki ekonometrik model var, bu modele ilgili değerleri
girdiğimizde iktidarın oy oranını biri %25, diğeri %33 öngörüyordu, burada da bir sapma var. Ekonometrik
modelleri kenara bıraksak bile ekonomik krizin yarattığı etki neredeyse elle
tutulur, gözle görülür halde. Ancak seçim sonuçlarına bakarsak seçmen ekonomik
krizi pek de umursamamış gibi.

Yine iktidarın oylarında
önemli bir düşüşe yol açmasını beklediğimiz bir başka konu da 6 Şubat 2023’te
yaşanan depremlerdi. Resmi kayıtlara göre en az 51 bin kişinin hayatını
kaybettiği, 107 bin kişinin de yaralandığı bu “Asrın Felaketi”, yaklaşık 13.5 milyon kişiyi etkiledi. Açıklanan
rakamlara göre depremin ülkemize maliyeti 100 milyar ABD doları civarında.
İktidar partisinin bu büyük felaketle baş edebildiğini söyleyemeyiz -tabii, bu
kadar büyük bir felaketle kim baş edebilirdi, o başka mesele-. Gerek depremlerin
hemen sonrasındaki müdahalelerin gerekse de bugüne kadar bölgedeki
rehabilitasyon çalışmalarının niteliği hazırlıklı olunmadığını açıkça gösterdi,
her ne kadar şu anda gündemimizde düşmüş olsa da.

Seçmen davranışı
açısından bu kadar büyük bir felaketin iki tür etki yaratması beklenir: Birincisi, felaketin hesabı
iktidara kesilir, iktidar büyük bir oy kaybına uğrarken, özellikle devlet
kurumlarına olan güven sarsılır. İkincisiyse, tam tersi bir şekilde seçmenler
“gün birlik günüdür” deyip hükümeti desteklerle, “Bayrağın Etrafında Toplanma”
dediğimiz bu etkiyle hükümete olan destek artar. Genelde savaşlar bu ikinci etkiyi
uyandırırlar, biz de COVID-19’un ilk günlerinde bu tepkiyi gözlemlemiştik.
Bizde bu ikisi de olmadı.

Hem ekonomik faktörler
hem de “Asrın Felaketi”, AK Parti iktidarının ve liderinin önemli bir oy
kaybına uğraması gerektiğini işaret ediyordu. Buna gündelik siyasi manevraların
etkisini, örneğin muhalefetin hiç olmadığı kadar bir araya gelmesinin etkisini
de eklersek; bazı Batı başkentlerinde söylendiği gibi “Erdoğan bu kez gitti”
denebilirdi; ilk tur sonuçları tam tersini gösterdi. Erdoğan seçimi ikinci tura
bırakmış olsa bile, toplumsal desteğe hala sahip olduğunu ortaya koydu.

Öngörüler
gerçekleşmediyse, durumu açıklayacak diğer etkenlere başvurulabilir. Türkiye
sosyolojisindeki değişimden başlayıp, “Milliyetçilik Dip Dalgası” gibi
kavramlar devreye sokulabilir. Seçimin adil olup olmadığı, sandıklardan oy
çalınıp çalınmadığından başlayıp hükümetin sınırsız kaynaklarla kampanya
yaptığı gerçeğine vurgu yapılabilir. Analizleri “aday doğru mu?” kadar mikro
bir meseleye indirgemek ya da sınıf çatışmalarının uzun dalgaları gibi geniş
bir bakış açısına genişletmek mümkün. Ancak bu seçimin kutuplaşmış bir ortamda
gerçekleştiğini hatırlamak ufku genişletebilir.

Kast ettiğim, “duygusal” siyasal kutuplaşma, yani farklı parti taraftarlarının birbirlerinden
nefret edecek kadar ayrı kamplara bölünmüş olması. Sadece nefret etmekle
kalmıyorlar, diğerini ötekileştirebilecek kadar sertleşebiliyorlar.
Kutuplaşmanın bu türü sadece ülkemizde değil, başta ABD olmak üzere çok sayıda
ülkede siyasete damgasını vuruyor.

Kutuplaşmış bir ülkeyi
farklı kabilelerin yaşadığı bir ada olarak gözünüzde canlandırabilirsiniz,
kabileler farklı topraklarda yaşıyorlar, birbirleriyle gerekmedikçe temas
kurmuyorlar, zaten diğeriyle temas “hastalıklı” bir şey olarak görülüyor.
Kabile üyeleri diğer kabile mensuplarını tanımıyorlar, onlar hakkındaki
algılarını yeniden üretilen mitler ve varsa iletişim araçlarından ediniyorlar.
Böyle bir ortamda, herkes kendisini doğrulayacak bilgi kaynaklarından
yararlanıyor, diğerinin bilgisine hiç maruz kalmıyor. Kaldığı zamanlarda da bu
bilgiyi kökten yanlışlıyor.

Ülkemizdeki durum da bu…
Cumhur ya da Millet İttifakı mensubu olmak sadece bir parti tercihi değil, bizi
bir kabile üyeliğine mahkûm eden bir sosyal kimlik. Bu kimliği mümkün kılan da
bir diğer parti taraftarlarından farklı ve üstün olduğumuzu sürekli olarak
kendimize hatırlatmamız. Ayrıca dünya hakkındaki bilgimizi de kimliklerimizin
bize taktığı gözlükler vasıtasıyla ediniyoruz ki kimliğimizden emin olalım.

Böylesine kutuplaşmış bir
ülkede bireylerin diğerleri ve dünya hakkındaki bilgilerini kutuplaşmış
gözlüklerin filtresinden geçirerek oluşturmaları burada saydığımız faktörlerin
etkili olmasını engelliyor. Ekonomik kriz olmuş olabilir, ama emin olun ki
seçmenin önemli bir kısmı için her şey yolunda ya da kötüye gitmiş olsa bile
sorumlusu iktidar değil. Depremlerin zararının çok büyük olduğunda uzlaşsak
bile, hükümetin ne kadar sorumluluk taşıdığı ya da sonrasında ne kadar iyi
müdahale ettiği konusundaki görüşlerimizi önce kabile kimliğimiz, sonra da
bilgi aldığımız medya belirliyor. Kutuplaşma o kadar derin ki, yakın dönemde
gördüğümüz üzere acılarımız ya da sevinçlerimizde bile ortaklaşamıyoruz, sosyal
medya da kutuplaşmaya ve bu “doğruluk” yanılgısına katkıda bulunuyor, hatta
çarpan etkisi oluşturuyor.

Kutuplaşmanın yarattığı
“Yankı Odaları” ve “Fanuslar” bizi gerçeklikten koparıp, her kabilenin farklı
gerçeklik içerisine yaşamasına yol açıyor. Kutuplaşmanın yaygınlaşmasının çok sayıda nedeni var, bunlar sadece Türkiye’yi değil, bütün dünyayı
kökten etkiliyor; üzerine ülkemize özgü faktörleri ve tarihsel kırılmalarımızı
da eklemek gerek. Ancak, kutuplaşmanın diğeriyle diyaloğu engellemesi ve başka
dünyalarda yaşadığımız algısını pekiştirmesi; hepimizin ortak iyiliğinde
uzlaşmamızın önüne de bir taş koyuyor. Oysa, seçimler iyi kötü ortak iyilikte
uzlaşma araçları değil mi?

Kutuplaşmadan kısa vadede
kurtulmak mümkün gözükmüyor, hatta bu seçimler sonrasında daha da kutuplaşmış
bir ortamda yaşayacağımızı söyleyebiliriz şimdiden. Yine de bir şansımız var,
siyasetçilerin bile kutuplaşmanın varlığını kabul ettiklerini görüyoruz, bir
musibeti kabul etmek, ondan kurtulmak için iyi bir adım sayılabilir, bir bebek
adımı olsa bile…


Emre Erdoğan – İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölüm üyesi. Galatasaray Lisesi ve Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nü bitirdi, aynı bölümde doktorasını tamamladı. 1996’dan itibaren kamuoyu araştırmaları yapan Erdoğan, 2003 yılında bağımsız araştırma şirketi Infakto RW’yu kurdu. Erdoğan dış politika ve kamuoyu, siyasal katılım, genç ve çocuğun iyi olma hali; gönüllülük, sosyal sermaye, kutuplaşma ve popülizm konularında çok sayıda araştırma yürüttü ve yayınlar yaptı. Pınar Uyan Semerci ile birlikte yayınladıkları son kitapları “Biz”liğin Aynasından Yansıyanlar: Türkiye Gençliğinde Kimlikler ve Ötekileştirme”, “Fanusta Diyaloglar: Türkiye’de Kutuplaşmanın Boyutları”, “Siyasetteki Gölge: Korku”, “Toplumsal Araştırma Yöntemleri İçin Bir Rehber: Gereklilikler, Sınırlılıklar ve İncelikler” ve “Kutuplaşmayı Nasıl Aşarız?” isimlerini taşıyor


Bu yazıya atıf için:  Emre Erdoğan, “14 Mayıs 2023 Seçimlerine Damga Vuran Kutuplaşma” , Çevrimiçi Yayın, 22 Mayıs 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/05/22/ee/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.