Japonya ve Almanya’nin Yeni Güvenlik Stratejileri ve Türkiye – Fatih Ceylan


DÜNYADA
BAŞ AKTÖ
R-KÜRESEL REKABET

Rusya’nın
2014’te Kırım’ı işgâl ve ilhakı üzerine başlayan ve Şubat 2022’de Ukrayna’da yeniden su yüzüne
çıkan Rus saldırganlığı ile küresel güvenlik ortamındaki köklü değişim daha da derinleşti ve bu
değişim sadece Ukrayna sahasındaki fiili çatışma haliyle sınırlı kalmadı.ABD
dış-güvenlik politikasında Obama yönetiminden
beri Asya-Pasifik bölgesi
daha ağırlıklı olarak yer edindi. ABD-Çin ilişkilerindeki gerilim Trump’la birlikte bir üst seviyeye, Biden yönetiminde ise zirveye çıktı. Ukrayna
sahasındaki sıcak çatışma ile ABD-Çin ilişkilerinde farklı bir boyuta ulaşan
çekişme, küresel güvenlikte güçler dengesine dayalı yaklaşımları da etkiledi,
bunların evrilmesine yol açtı ve uluslararası ilişkilerin dinamik niteliğine
uygun uyarlanmış Realpolitik tabanlı
kuramların ön plana çıkmasına yol açtı.

Doğal olarak büyük güçler arasında
yaşanan stratejik/sistemik rekabetin etkilerinin yansımaları  Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede de kendini gösterdi. Kısıtlı
bir kesim hariç Türkiye’de stratejik düşünce ve stratejik kültürün gözardı
edilmesi ve hatta yüzlerce yıla uzanan tarihimize rağmen Türkiye’nin
geleceğine ışık tutacak ana
bir strateji belgesinden yoksun bulunduğumuz cihetle, gündemi biçimleyen
stratejik rekabet karşısında dünya siyasetinde ağırlık taşıyan diğer ülkelerin
ilan ettikleri yeni strateji belgelerini karşılaştırmalı olarak incelemek pek
uğraşa değer bir alan olarak
görülmüyor. Dolayısıyla yakın
zamanda (Aralık 2022-Haziran 2023 döneminde)
ABD-Çin rekabeti karşısında Çin, Kuzey Kore ve Rusya’nın
bu bölgeye de uzanan
eylemlerinden tehdit algılayan Japonya ile Ukrayna’daki
Rus saldırılarının kendisi ve Avrupa güvenliği 
için bir dönüm noktası
(Zeitenwende)
oluşturduğunu ilan eden Almanya’nın açıkladıkları yeni dönem güvenlik stratejilerini Türkiye’de yeterince analiz
edilmedi. 

Her iki ülkenin G7 üyesi bulundukları
dikkate alındığında, yeni çağa uyarladıkları 
temel güvenlik stratejilerinin, grup olarak G7’nin
mevcut güvenlik ortamını nasıl değerlendirdiğinin ve küresel rekabet karşısında
bu Grubun tehdit algılarının nereye evrilmekte olduğunu anlamlandırabilmemiz
açısından önem taşımaktadır. Dolayısıyla, bu stratejilerin ortak paydalarının
ve ayrışma noktalarının irdelenmesi Türkiye için Batı dünyasının güvenlik ve
tehdit değerlendirmesinin anlaşılması açısından da ilave bir zemin
oluşturmaktadır.

Bu yazıda Rusya’nın
Ukrayna’ya karşı saldırılarının devam
ettiği ve yükselen Çin’e karşı ABD’nin sergilediği rekabetin dozunun arttığı bir güvenlik
ortamında her ikisi de G7 ülkesi olan iki güçlü devletin yeni çağın koşullarına
uyum sağlamaya yönelik olarak hazırladıkları ulusal güvenlik stratejilerini
kıyaslamalı bir bakışla inceleyerek ve bu ülkelerin yeni dönem stratejilerinin
dünya siyaseti ve Türkiye açısından 
olası sonuçlarını tartışacağım.

JAPONYANIN
ULUSAL G
ÜVENLİK STRATEJİSİ

Japonya, Aralık 2022’de güvenlik-savunma anlayışındaki dönüşüme ışık tutan üç temel belge
açıklamıştır. Bunlar, Ulusal Güvenlik Stratejisi, Ulusal Savunma Stratejisi ve
Savunma İnşa Programı’dır.
Hiyerarşik olarak Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde (UGS) yer
verilen rehber ilkeler diğer iki temel belgenin yönelim, eksen ve kapsamına esas
oluşturmaktadır.

Dokuz ana bölümden oluşan Japonya güvenlik stratejisinin temel unsurları şöylece özetlenebilir:

  • Japonya’nın 2. Dünya Savaşı sonrası dönemde karşılaştığı uluslararası ortamın,  küreselleşme ve karşılıklı bağımlılık sayesinde  güvence altına alınamadığı görülmektedir. Yeni güç dengeleri bağlamında cepheleşme ve işbirliği iç içe girmiş bulunmaktadır. Diğer yandan, yeni sınamalar küresel işbirliğini zorunlu kılmaktadır.
  • Japonya dahil gelişmiş demokrasilere sahip ülkeler, özgürlük, demokrasi, temel insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygı gibi evrensel değerleri korumaya dayalı bir yaklaşımı esas kabul etmektedirler. Buna karşılık bugünün koşullarında bu ortak değerlere meydan okuyan devletler sahneye çıkmıştır.
  • Bir BMGK daimi üyesi (Rusya), uluslararası ilişkilerde temel ilke olan kuvvet kullanmama taahhüdünü çiğnemiştir. Buna paralel olarak diğer bir ülke (Çin), örneğin deniz alanlarındaki girişimleri gibi tek yanlı tasarruflarıyla statükoyu değiştirmeye çalışmaktadır.
  • Diplomasi, savunma, ekonomi, siber, uzay, deniz güvenliği, elektromanyetik, teknoloji ve istihbarat gibi alanlarda gelişme yolundaki birçok ülke stratejik çekişmenin doğurduğu karmaşaya müdahil olmak istememekte; bunlardan bazıları ise evrensel değerleri paylaşmayan ülkelerin yolundan gitmektedirler.
  • Küresel gücün ağırlık merkezi Japonya’nın da içinde bulunduğu Hint-Pasifik bölgesine kaymıştır. Bu bölgede de kritik altyapıya yönelik siber saldırılar ve dezenformasyona dayalı bilgi savaşları gibi ‘gri bölgeler’ ortaya çıkmaktadır.
  • Barış ve çatışma arasındaki çizgi ile askerî ve gayrı askerî alanlar arasındaki sınır bulanıklaşmıştır. Bu bağlamda Japonya, kapsamlı güvenlik anlayışını benimsemeli, diğer yandan bunu bölgedeki rekabeti körükleyecek bir çerçevede gerçekleştirmemelidir.
  • Japonya, bir yandan “Barışa Proaktif Katkı” siyasetinin temel ilkelerini koruyacak, diğer yandan Hint-Pasifik bölgesinde yoğunlaşan rekabete karşı “Serbest ve Açık Hint-Pasifik Bölgesi” (FOIP) vizyonunu takip edecektir.
  • Çin’in, Hint-Pasifik bölgesinde statükoyu değiştirmeye çalışması Japonya için benzersiz ve en büyük sınamayı oluşturmaktadır.
  • Bölgedeki statükoya meydan okuyan diğer aktör, Kuzey Kore’dir.
  • Bölgede güvenliği bozmaya yönelik eylemleri dolayısıyla Rusya da Japonya için güçlü bir güvenlik endişesi oluşturmaktadır.
  • Bu durum karşısında Japonya, başta ABD olmak üzere müttefikleri ve demokrasiye sahip çıkan ülkelerle işbirliği halinde bölgedeki statükoyu ve dengeleri değiştirmeye yönelik adımlar atan ülkelere karşı işbirliği ve diyaloğu içeren önlemlerini alacaktır.
  • Savunmasında caydırıcılığı arttırmak üzere Japonya, Öz Savunma Kuvvetlerini çok katmanlılığa/yönlülüğe  dayalı bir çerçevede çoklu operasyon alanlarında (uzay, siber uzay, elektromanyetik, kara, deniz ve hava kuvvetleri) etkili faaliyet gösterecek şekilde yeniden yapılandıracaktır. Bu çerçevede karşı darbe yeteneklerine yatırım yapacaktır. Belirlenen bu hedefleri gerçekleştirmek üzere Japonya, önümüzdeki beş yıl içinde (2022-2027) Gayrısafî Yurtiçi Hasılası (GDP)’nın %2’sini savunma harcamalarına ayıracak, yaklaşık on yıllık süre içinde de olası bir işgâli, erken bir aşamada ve uzaktan savunmayla kesintiye uğrayacak  ve durduracak yeteneklere sahip olacaktır.
  • İklim krizi, salgın hastalıklar, doğal afetler gibi  küresel işbirliği gerektiren alanlarda çoklu çerçevede ve evrensel değerlere/kurallara dayalı düzenin korunması vizyonu temelinde hareket edecektir.

ALMANYANIN İLK ULUSAL GÜVENLİK STRATEJİSİ

Küresel jeopolitik/ekonomik/stratejik rekabetin Asya-Pasifik bölgesine yansımaları karşısında Japonya, gelecek dönem için yeni bir güvenlik stratejisi zemininde kendisine yeni bir yol haritası çizerken, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı olan saldırgan tutumunun ağır etkilerini hisseden Almanya Haziran 2023’de, tarihinde ilk kez, “Almanya İçin Güçlü, Dayanıklı ve Sürdürülebilir Bütüncül Güvenlik” başlıklı ulusal güvenlik stratejisini ilan etmiştir. Şansölye Scholz’un yeni güvenlik ortamını Almanya açısından bir dönüm noktası (Zeitenwende) şeklinde tanımladığı bir dönemde açıklanan, iktidardaki koalisyon partileri arasındaki uzlaşıya dayalı olarak hazırlanan, bu bağlamda belgeyi tanıtım yazılarında Şansölye Scholz ile Alman Dışişleri Bakanı Baerbock arasında dünyaya bakışta nüanslı anlayışların yer aldığı Alman ulusal güvenlik stratejisinin ana dayanaklarını şöylece toparlamak mümkündür:

  • Strateji, dört ana çerçeve
    (ulusal, uluslararası, Avrupa ve transatlantik işbirliği) ve üç temel sütun
    (güçlülük, dayanıklılık ve sürdürülebilirlik) üzerine oturtulmuştur. Belirlenen
    üç sütun bünyesindeki yönlendirici ilke ve esasların pratikte nasıl ve hangi
    yapılanmalar içinde uygulanacağı stratejinin zeminini oluşturmaktadır.
  • Stratejinin hazırlanma
    sürecinde Mart 2022’de AB’nin kabul ettiği Stratejik Pusula ile Haziran 2022’de NATO Liderlerinin onayladığı Stratejik Konsept’in derin izdüşümleri mevcuttur.
  • Stratejinin uygulanmasında
    Almanya’nın, gelişmiş demokrasilere özgü ortak değerleri (çoğulculuğa dayalı
    demokrasi, temel hak ve özgürlükler ile hukukun üstünlüğüne saygı) rehber kabul
    edeceği açıkça vurgulanmaktadır. Buna paralel olarak uluslararası hukuka,
    evrensel insan haklarına ve BM Senedi’ne, serbest/açık ticaret ile kurallara
    dayalı düzene olan bağlılık da ön plana çıkarılmaktadır.
  • Yeni dönemde gözlenen daha
    fazla çok kutupluluğun daha az istikrar getirdiği belirtilmektedir.
  • Küresel güvenlikteki sınamalar
    karşısında işbirliği yapılacak Avrupalı ortaklar arasında Fransa önde
    gelmektedir. ABD ise ikinci sırada yerini almaktadır. Bunu sırasıyla NATO’nun
    kolektif savunmasına ve AB’nin kriz yönetimi ile savunmasına olan yükümlülükler
    izlemektedir.  İsrail’in var olma hakkı
    bağlamında Almanya’ya düşen sorumluluğun sürdürüleceği belirtilmektedir.  
  • Tehdit tanımlamasında, emperyal
    dürtülerle hareket eden, Avrupa-Atlantik güvenliğini tehlikeye sokan Rusya başı
    çekmektedir. Buna karşılık  Çin’e dair
    yazım AB Stratejik Pusula belgesindeki formülü birebir esas almaktadır (küresel
    sorunların çözümünde kaçınılmaz bir ortak; ancak ekonomik ve stratejik rakip).
  • Bilahare terörizm, aşırıcılık,
    radikalleşme, organize ve sınıraşan suçlar ve kara para aklama gibi asimetrik
    tehditler sıralanmakta ve insan güvenliğini yakından etkileyen bunlara karşı
    alınacak ulusal ve küresel önlemlere yer verilmektedir.
  • Tedarik ve değer zincirlerinin
    korunması konusunda enerji, gıda güvenliği ve ham maddelerin temininde
    sürekliliğe verilen öncelik dikkat çekmektedir.
  • Mevcut  küresel güvenlik ortamında AB’nin jeopolitik
    olarak hareket etme yeteneğine sahip bulunması gerektiği belirtilmekte; buna
    karşılık AB’nin nasıl jeopolitik bir aktöre dönüştürüleceği sorusu  yanıtsız bırakılmaktadır. 
  • AB genişlemesine atıf yapılan
    bölümlerde Batı Balkanlar, Ukrayna, Moldova ve Gürcistan sayılmakta, buna
    karşılık Türkiye dışarıda bırakılmaktadır.
  • Alman dış ve güvenlik
    politikasının ‘değer tabanlı, çıkar odaklı’ (values-based, interest-driven)
    olduğuna işaret edilerek, evrensel değerleri paylaşmayan veya
    toplumsal-ekonomik modelleri Almanya’nınkine benzer bulunmamakla birlikte
    kurallara dayalı düzene saygı gösteren ülkelerle işbirliği yapılacağı
    belirtilmektedir.
  • Stratejinin uygulanmasında
    devlet katmanlarının yanısıra toplumun tüm kesimlerini içerecek kapsamlı bir
    yaklaşımın ve çok taraflılık ilkesinin esas alınacağı kaydedilmektedir.

İKİ STRATEJİNİN
ORTAK PAYDALARI VE FARKLILIKLARI

Her iki ulusal
güvenlik stratejisi karşılaştırıldığında temel yönelimleri ve içerikleri açısından
benzerlikler gösterdikleri söylenebilir. Her iki stratejide, çatışmalı,
sistemik rekabete dayalı ve karmaşık küresel güvenlik ortamının sebep olduğu
meydan okumalara karşılık vermek üzere sadece politika yapıcıların değil,
toplumsal kesimlerin bütününü kapsayacak bir doktrinin (whole-of-society)
bu iki stratejinin temelini oluşturduğu görülmektedir. Dolayısıyla, her ikisi de özünde güvenlik ve
savunma alanında bütüncül bir yapılanmayı hedeflemektedir. Bu kapsamda açıkça
telaffuz edilmese de, Çin’in
2013 sonrası dönemde Batı’da birçok eleştirinin konusu olan ‘sivil-asker kaynaşması’ (civil-military fusion)
öğretisinin her iki ülke tarafından da benimsendiği gözlenmektedir.

Doğal olarak iki
ülkenin tehdit algılamasında öncelikler açısından farklılıklar vardır.
Japonya için sırasıyla Çin, Kuzey Kore ve Rusya ana tehdit kaynakları olarak
tanımlanmaktayken; Almanya’nın  strateji
belgesinde “bugünün Rusya’sı şimdilik”
(bkz.sayfa 22) Almanya ve Avrupa-Atlantik güvenliği için en önemli tehdit
olarak tanımlanmaktadır. Asya-Pasifik bölgesinde yaşanan krizler, örneğin Tayvan
Boğazı krizi, Almanya’nın
güvenlik stratejisi radarında keskin hatlarla yer almadığından Çin küresel
sınamalar ve krizlerin çözümü için bir ortak olarak tanımlanırken, ekonomik ve
sistemik alanda ise rakip olarak nitelenmektedir.

Küresel ve bölgesel sınamalara
karşı Japonya’nın baş müttefiki ABD’dir; ABD’yi, Batılı demokrasiler ile diğer ülkeler izlemektedir.
Almanya’ya gelince;  Avrupa kıtası ötesinde, transatlantik
çerçevede ABD önemli bir müttefik ülke olarak görülürken, Avrupa’da baş sıraya Fransa oturmaktadır.
Bunu NATO ittifakı ve bu İttifak içindeki diğer Avrupa ülkeleri takip etmekte;
AB’nin güvenlik ve
savunma politikası ile AB savunma yetenek ve kapasitesine verilen önceliğe de yer
verilmektedir.

GDP’nin %2’sinin
savunma harcamalarına ayrılması konusunda iki ülkenin stratejileri arasında
fark bulunmaktadır. Japonya’nın,
çok açık bir şekilde 2022-2027 döneminde her yıl bu miktarda savunma
yatırımı yapmayı  taahhüt etmesine
karşılık Almanya, her yıl için harcanması öngörülen %2’lik payı ortalama bir oran kabul edip, bunu NATO yetenek
hedeflerine varmada yıllara yayan bir anlayış ortaya koymakta; dolayısıyla
savunma için yıllık bazda %2 harcama konusunda kesin bir yükümlülük içermeyen
belirsiz bir yaklaşım sergilemektedir.

Bulundukları coğrafyalar
itibariyle özellikle tehdit algılamaları bakımından tehdit sıralamasında, doğal
olarak farklılıklar içerse de, her iki ülkenin kapsamlı ve bütüncül güvenlik
anlayışı birbirleriyle uyumludur. Bu bağlamda, bir yandan kendi ulusal
güvenliklerini sağlam ve dayanıklı kılmaya yönelik sürdürülebilir bir yol öngörürlerken, diğer
yandan stratejilerini çok taraflılığa dayalı bir zeminde, işbirliğini de
dışlamayan bir anlayışla Batı dünyasının küresel güvenliğe dair öncelik ve
gereksinimlerini gözetecek tarzda geliştirdikleri gözlenmektedir. Jeostratejik rekabet
başta olmak üzere hemen her alanda devletler arasında yaşanan çekişmeli yeni dönemde, dünya
siyasetini belirlemede önemli roller üstlenen Japonya ve Almanya, tabiatıyla ulusal
çıkarlarını önceleyerek, ikili ve çoklu ittifak ve ağlardan da yararlanmak
suretiyle yeni döneme kendilerini uyarlamaya ve bunu sağlam bir stratejik temelde
sürdürmeye yönelmişlerdir.

JAPONYA VE
ALMANYA’NIN GÜVENLİK
STRATEJİLERİ VE TÜRKİYE

Almanya ve Japonya
örneğinde gördüğümüz üzere çağdaş ve gerçek anlamda temsilî demokrasilere sahip
yönetimlerin,
ülke stratejilerinin belirlenmesinde toplum katmanlarını, bu bağlamda akademi
dünyası ile düşünce kuruluşlarını, strateji hazırlık sürecine ortak paydaşlar
olarak aktif şekilde müdahil kıldıkları görülmektedir. Dolayısıyla, toplumun en
geniş şekilde katılımını sağlayan demokratik bir yol izlemeyi yeğledikleri gözlenmektedir.
Geniş bir paydaş ağının katkı ve desteğine dayalı bir çerçevede ve  olabildiğince partilerüstü bir anlayışla
toplumsal taban desteği bulunan, 
gerçekçi ve sürdürülebilir stratejileri hayata geçirmeye yönelmektedirler.
İki devletin stratejilerine yansıyan ana eksenden hareketle Türkiye’nin bölgesinde ve ötesinde izlediği dış-güvenlik
politikasına baktığımızda ise ortaya bambaşka bir durum çıkmaktadır. Çok yönlü dış-güvenlik
politikası etiketi altında (1) Cumhuriyet çıpasının dış-güvenlik politikasının
uygulanmasında yerinden çıkartılmaya çalışıldığı; geleceğe dair yol haritasının
somut, kapsamlı ve bütüncül bir stratejiye dayanmadığı; (2) bu çerçevede önümüzdeki yüzyıl
için birçok toplum kesimi nezdinde tartışmalı bir ‘vizyon’ ortaya
konarken, önümüzdeki  on yıla dair somut, anlamlı ve olgular
temelli bir yaklaşım sergilenemediği ve (3) dengeleri altüst olmuş ekonomimizin
ancak 2026 yılında düzlüğe çıkabileceğinin bizzat resmî ağızlardan açıklandığı
bir dönemde
dış ilişkilerin, ekonomideki geniş çaplı bozulmanın etkisiyle mesele bazlı
perakendeci bir anlayışa oturtulduğunu gözlemliyoruz.

Türkiye’deki mevcut yönetişimin, fikir
ve seçeneklerin özgürce tartışılması gereken üniversiteler ve düşünce dünyasına
egemen olması, birkaç istisna hariç, üniversite dünyası ile düşünce/kanaat
kuruluşlarının dar bir çepere sıkıştırılmayı kabullenmiş olmaları, geleceğe dönük sağlam veri
ve öngörülere dayalı
sürdürülebilir stratejik yaklaşımların önünü kesen en önemli etkenlerden biridir. Bu
açmaz aşılmadığı takdirde bugüne kadar iç ve dış kamuoylarına açıklanmış bir
güvenlik stratejisini halen geliştirememiş Türkiye’nin çağdaş ve gelişmiş demokrasilere sahip ülkelerin
aksine, görünebilir
gelecekte, yine strateji yoksunu bir ülke olarak dış-güvenlik politikalarında, ‘dengeleme’ adı altında, küresel çapta süren jeopolitik/stratejik
çekişmede ülkeyi büyük güçlerin arasına sıkıştıran keskin, maliyetli ve
sürdürülebilir olmayan istikrarsız bir yola devam edeceği anlaşılmaktadır.  Cumhuriyetimizin yeni yüzyılında Türkiye’de de benzer demokratik ve
katılımcı bir anlayışın, şimdilik uygulanma olasılığı düşük olmakla birlikte,
biran evvel pratiğe dönüşmesi beklenmeli ve hedeflenmelidir.


Fatih Ceylan, Büyükelçi (E.) 
1957 Bursa doğumlu. 1979 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl Dışişleri Bakanlığına girdi. Master Derecesini Rutgers(ABD)/Princeton Üniversitelerinden aldı. İslamabad Büyükelçiliği, Deventer Başkonsolosluğu ve NATO nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğinde, Brüksel Büyükelçiliğinde ve AB nezdindeki Türkiye misyonunda çalıştı. Düsseldorf’ta Başkonsolosluk, Sudan ve NATO nezdinde Büyükelçilik yaptı. Merkezdeki son görevi İkili Siyasi İlişkilerden Sorumlu Müsteşar Yardımcılığıydı. 2019 Şubat ayında emekliye ayrıldı.


Bu yazıya atıf için:  Fatih Ceylan, “Japonya ve Almanya’nin Yeni Güvenlik Stratejileri ve Türkiye “, Çevrimiçi Yayın, 11 Eylül 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/09/11/fc-8/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.