Türk Dış Politikasında Çevresel Perspektif Mümkün Mü? – Senem Atvur



Derinleşen
çevresel/ekolojik bozulma ve ekolojik sorunların sınır aşan etkilerinin
anlaşılması, uluslararası çevre politikaları ile çevresel işbirliğinin
gelişmesini sağlamıştır. 1972’de BM Stockholm Konferansı ile çevre odaklı ilk
uluslararası girişim başlatıldığından bu yana, ulus devletlerin çevre
politikaları uluslararası/küresel kararlardan ve/ya düzenlemelerden
etkilenmektedir. Kirlilik, su kıtlığı, ormansızlaşma, erozyon, biyolojik
çeşitlilik kaybı, ozon tabakasının incelmesi, nükleer serpinti, iklim
değişikliği ve bunların çok boyutlu (politik, ekonomik, sosyal ve ekolojik)
etkileri gibi karmaşık çevre sorunlarıyla başa çıkabilmek için devletler
arasında ve devletler ile devlet dışı aktörler arasında küresel işbirliği vazgeçilmez
hale gelmektedir.

Çevre politikaları, küresel
çevre müzakereleri içinde yukarıdan aşağıya bir mekanizma ile şekillenirken,
bazı devletler dış politika stratejilerine çevreci bakış açısını dahil etmeye
başlamıştır. Çevresel dış politika, devletin çevresel sorunlara yönelik
politikaları konusunda nispeten yeni bir yaklaşımdır ve devletlerin
uluslararası müzakerelerdeki konumlarını nasıl belirlediklerini, çevre
düzenlemeleri konusunda devlet içi ve uluslararası pazarlıklarda çıkarlarını
nasıl koruduklarını tanımlar. Bu bağlamda, çevresel dış politika yapım
sürecinde bürokrasinin, siyasi elitlerin ve farklı iç siyasi ve sosyal güçlerin
rolü ve etkisi de dikkate alınmaktadır.

Türkiye, devlet
sınırlarının içinde ve ötesinde ekolojik yıkım nedeniyle önemli çevresel
sorunlarla karşı karşıyadır. Türkiye’de çevre ile ilgili ilk kurumlar
uluslararası girişimlerin ardından 1972 yılından sonra kurulmaya başlamıştır.
Buna göre Türk çevre politikası, özellikle sürdürülebilir kalkınma ilkesi ve
ortak fakat farklılaştırılmış sorumluluklar vurgulanarak, uluslararası
düzenlemelerle uyumlu şekilde oluşturulmuştur. Fakat, Türk siyasetinde ekonomik
büyüme ve kalkınmanın önceliği, ulusal çevre düzenlemelerinin uygulanması ile uluslararası
çevre prosedürlerine uyumu ve çevre koruma süreçlerini etkilemektedir. Türkiye’de
hava, su, toprak kirliliği, ormansızlaşma ve biyolojik çeşitlilik kaybı gibi
ağırlaşan çevre sorunları sağlık ve tarım ile ekonomik ve ekolojik
sürdürülebilirlik için yaşamsal riskler oluşturmaktadır. Türkiye’nin dünyanın iklim
sıcak noktalarından biri olan Akdeniz Havzası’nda yer alması da ülkenin
kırılganlığını artırmaktadır. Mevcut çevre sorunları ulusal ve/veya yerel
yönetimler tarafından tek başına ele alınamazken, iklim değişikliği mevcut
riskleri çoğaltma potansiyeli ile Türkiye için önemli bir meydan okuma
oluşturmaktadır. Bu nedenle, çevre sorunlarının temel nedenlerine odaklanan ve
gelecek nesillerin haklarını gözeten kapsamlı bir çevre politikasına duyulan
ihtiyaç giderek artmaktadır. Kuşkusuz bu yeni siyasi perspektif, çevreci bir
dış politika yaklaşımını içermelidir. Bu, yalnızca uluslararası müzakerelerde
devletin çıkarlarını savunmak, iklim mücadelesinde küresel toplumdan
dışlanmamak için değil, aynı zamanda ülkenin çevresel/ekolojik ve iklim
direncini güçlendirmek için de gereklidir.

Çevre sorunları ve iklim
değişikliği halihazırda Türk dış politikası için ikincil önemdedir. Kyoto
Protokolü’nün onaylanma sürecinde Türkiye, diplomatik araçlarını ülkenin karbon
emisyonlarını azaltma ve gelişmekte olan ülkelere yardım konusundaki sorumluluğuna
ilişkin konumunu değiştirmek için kullanmıştır. Bunun yanında Türkiye, benzer
ekonomik kaygılarla beş yıl boyunca Paris Anlaşması’nı onaylamamıştır. Türkiye,
çevresel sorunları ve iklim değişikliğini birincil risk veya tehdit olarak
belirlemediği için, dış politika stratejisi spesifik ve kapsamlı bir çevreci
yaklaşım içermemektedir. Buna karşın, Türkiye’nin onay sürecinin gecikmesi
nedeniyle iklim müzakerelerindeki sorunlu konumu ve çevre konularında çalışan
ulusal kurumlar arasındaki koordinasyon eksikliği, çevre ve iklim değişikliği
politikalarına ilişkin aktif bir dış politika yürütmek, ulusal ve uluslararası
kuruluşlar arasında işbirliğini geliştirmek, ülke prestijini artırmak ve
gelecekteki risk ve fırsatları öngören bir vizyon oluşturmak için yeni bir
bütünleşik yaklaşımın gerekli olduğunu ortaya koymaktadır.

İklim krizi, küresel
sistemin en zorlu sorunlarından biri olarak derinleşen ekolojik, sosyal,
ekonomik ve politik krizlerin kesiştiği noktada bir boşluk oluşturmaktadır.
Başarısı devletlerin kararlarına, taahhütlerine ve çok taraflı işbirliğine
bağlı olan iklim azaltım ve uyum politikaları, iklim değişikliğinin mevcut ve
gelecekteki etkileriyle başa çıkmak için yaşamsal önem taşımaktadır. İklim
müzakerelerine katılmanın ötesinde, farklı aktörlerle –devletler, şirketler ve
sivil toplum– işbirliğini geliştirmek, dirençliliği artırmak ve diğer
aktörlerin pozisyonlarını etkilemek için bu müzakerelerde aktif rol oynamak
gereklidir. Geniş kapsamlı bir dönüşüm sürecinin eşiğinde olan dünyada iklim
değişikliği, yeni teknolojiler, yenilenebilir enerji, Endüstri 4.0, yeşil
ekonomi veya yeşil mutabakat ile tüm aktörleri, kurumları ve uygulamaları
değişime zorlamaktadır. Bu kapsamda Türk dış politikasına entegre edilecek bir
çevre perspektifi, aktif bir iklim stratejisinin oluşturulmasını sağlayacak ve
bu yolla küresel dönüşüm sürecini takip etmek ve uyum sağlamak için temel
oluşturabilecektir. Bu çevresel bakış açısının, Türkiye’nin kısa vadeli
ekonomik çıkarları ve ekonomik büyümenin sürdürülebilirliğini destekleyen
ekonomi odaklı politikalarına alternatif olacağı açıktır. Ekolojik
sürdürülebilirliği ve sosyal eşitliği ön planda tutan yeni bakış açısı, sadece
Türkiye’nin çevre ve iklim politikalarını iyileştirmekle kalmayacak, aynı
zamanda Türkiye’nin iklim mücadelesine ve küresel çevre korumaya da katkısını
artıracaktır.

Dış politikada ekolojik
bir bakış açısı yaratmanın kolay olmadığı ortadadır. Zira bu bakış açısı doğa
ve insan arasındaki karşılıklı bağımlılığı ön planda tutmakta, ekonomik ve
sosyal ihtiyaçları ekolojik sürdürülebilirlik ve diğer türlerin hakları ile
dengelemeyi amaçlamaktadır. Bununla birlikte, diğerine göre daha anaakım
sayılabilecek çevresel dış politika, en azından çevre koruma, iklim mücadelesi
ve uluslararası işbirliği için daha bilinçli politikalar yürütülmesini sağlar.
Bu bağlamda, Türkiye’nin çevreci bir dış politika geliştirmesi romantik bir
bakış açısı olmaktan çok gerçekçi bir tercih olarak değerlendirilebilir. Öncelikle,
Türkiye çevreci bir bakış açısıyla, iklim müzakerelerindeki konumu iyileştirilebilir,
azaltım ve uyum önlemleri geliştirebilmek için çok taraflı işbirliklerine katılınabilir
ve yeni yenilenebilir teknolojilere erişim için pazarlık kapasitesi güçlendirilebilir.
Ayrıca, iklim değişikliği konusunda işbirliğini geliştirmek, ortak sorunların
çözümünde siyasi ilişkileri de iyileştirmeye yönelik bir yayılma etkisi ortaya
çıkartacaktır. Böylece, emisyonların azaltılması kolaylaştırılabilir, doğayı
koruyarak, sosyal adaleti inşa ederek ve gelecek nesillerin haklarını gözeterek
devletlerin, toplumların ve özellikle savunmasız toplulukların dirençliliği artırılabilir.

Öte yandan, çevreci bir
bakış açısının benimsenmesi, Türk dış politikasının temel yönü ile de uyum gösterecektir.
Türk dış politikasının uzun yıllar ana mottosu olan “Yurtta sulh cihanda sulh”,
iklim krizi için de referans alınabilir. İklim değişikliğinin etkileri
Türkiye’de devlet, insanlar, ekonomi, toplumsal bütünlük ve biyolojik
çeşitlilik üzerinde farklı riskler yaratma potansiyeline sahiptir. Bu nedenle
güvenliği daha geniş bir şekilde sağlamak için çevresel bakış açısı anahtar
olabilecektir. Böylece Türkiye’nin iç ve dış politika stratejileri yaşam
koşullarının iyileştirmesi, ekosistemlerin sürdürülebilirliği ve adil bir
ekonomik model yönünde bütünleştirilebilir. Ayrıca iklim değişikliği, Türkiye’nin
yakın çevresinde siyasi ve sosyoekonomik istikrarı, insan yaşamını ve
ekosistemi tehdit eden, birbiriyle bağlantılı sorunlara yol açmaktadır. Bu
bölgelerde alevlenen krizlerin Türkiye’nin güvenliği ve istikrarını etkileme
olasılığı yüksektir. Bu nedenle, eğer Türk dış politikası, bölgesel barışa
katkıda bulunma ve insani krizlerin çözümünde aktif rol oynama amacına uygun
bir çevresel perspektife sahip olursa, Türkiye iklim değişikliği ve ekolojik
yıkımın diğer sonuçlarından kaynaklanan meydan okumalara karşı da daha önalıcı politikalar
oluşturabilir. Bu bağlamda, iklim değişikliğinin devlet içi ve devletler arası
çatışmaları şiddetlendirme potansiyeli olduğu unutulmamalıdır. Askeri güce
öncelik veren saldırgan bir dış politika veya ödün vermeyi ve uzlaşmayı geri
plana atan çatışmacı bir bakış açısı sonucunda uluslararası anlaşmazlıklar,
yeni göç dalgaları, iç içe geçmiş insani ve çevresel krizler ağırlaşabilir ve/ya
bu sorunların çözüme kavuşturulması daha da zorlaşabilir.

Bilimsel verilere dayanan
iklim projeksiyonlarına göre, iyimser senaryolarda bile insanlık 21. yüzyılın
ikinci yarısına doğru daha kötü ekonomik, sosyal, politik ve çevresel
zorluklarla karşı karşıya kalacaktır. Bu durumda, devletlerin karmaşık riskleri
kendi başlarına çözmek için uluslararası sistemden izole olmayı mı, yoksa diğer
devletler ve devlet dışı aktörlerle küresel yatay işbirliğini geliştirmeyi mi
tercih edeceği, uluslararası sistemin ve uluslararası toplumun geleceğini de
etkileyecektir. Çevresel bakış açısıyla güçlendirilmiş dış politika, bu tür bir
işbirliğinin temel taşı olabilir. Dolayısıyla Türkiye, dış politikasını
çevresel bir bakış açısıyla yeniden tasarlarsa, ekolojik bozulma ve iklim
değişikliğinin etkilerini, insani krizleri ve siyasi çatışmaları bütüncül
olarak ele alması daha kolay hale gelecektir. Böylece, kesişen krizlerin
gelecekteki etkilerine karşı Türkiye’nin dirençliliği de güçlendirilecektir.
Türkiye’nin, değişen küresel sistemde yeni bir alan bulabilmesi ve gelecek
nesiller adına konumunu yeniden tanımlayabilmesi ise ancak çevrenin onurlu ve
sürdürülebilir bir yaşam için öneminin anlaşılmasıyla mümkün olacaktır.

Doç. Dr. Senem Atvur, Akdeniz Üniversitesi

2004 yılında Galatasaray Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden mezun olmuştur. 2008 yılında yüksek lisansını Akdeniz Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde; 2012 yılında doktorasını aynı bölümde, “Küresel Su Politikalarına Karşı Küre-yerel Toplumsal Hareketlerin Yarattığı Sonuçlar” başlıklı tez çalışması ile tamamlamıştır. 2010-2011 yılları arasında doktora tez araştırması için Fransa’da Université de Poitiers’de; 2014-2015 yılları arasında doktora sonrası araştırma için TÜBİTAK bursu ile İngiltere’de Coventry University Centre for Trust, Peace and Social Relations’ta bulunmuştur. 2014 yılında beri Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. 2020 yılında Doçentlik ünvanını almıştır. Çevre politikaları, iklim değişikliği ve su sorunları, ekolojik güvenlik, uluslararası ve bölgesel politikalar konularında çalışmaktadır. Bunun yanında Uluslararası İlişkiler Teorileri, Uluslararası Çevre Sorunları, Uluslararası İlişkilere Giriş gibi dersler vermektedir.


Bu yazıya atıf için:  Senem Atvur, “Türk Dış Politikasında Çevresel Perspektif Mümkün Mü?” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 27 Ekim 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/10/27/sa/

Bu görüş yazısı, ‘Foreign Policy for the 21st Century; Peaceful, Equitable, and Dynamic Turkey’ başlıklı proje kapsamında Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından Uluslararası İlişkiler Konseyi ve Global Akademiye sağlanan destek çerçevesinde hazırlanmıştır.


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.