Türkiye ve AB: Çatışmaların Hüküm Sürdüğü Dünyada Ortak Zorluklar ve Çıkarlar – Çiğdem Nas



Türkiye-AB ilişkileri geleneksel olarak uzaklaşma ve
yakınlaşma ile öne çıkan dönemsel dalgalanmalar ve döngülerle ilerlemektedir. 2010’ların ortalarından bu yana ise katılım
sürecinden daha çıkar odaklı ve hatta düşmanca bir ilişkiye doğru olumsuz yönde
evirilmiştir. 2015-16’da yaşanan Suriyeli mülteci krizi ile bir miktar canlanan
ilişkiler, orta vadede sürdürülebilir olmamıştır. 15 Temmuz 2016’daki başarısız
darbe girişiminin ardından Türkiye’de ilan edilen olağanüstü hâl ve 2017’de
yapılan referandumla cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş, AB’den gelen
eleştirilerin artmasına ve Türkiye’nin Avrupa’dan uzaklaştığına dair yaygın bir kanaate yol açtı.

Türkiye’nin, Kopenhag Kriterleri’nin siyasi yönlerinden
gitgide uzaklaşması, dış politika alanında artan anlaşmazlıklarla birleşince AB
2019’da “Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yasadışı sondaj faaliyetleri” olarak değerlendirdiği girişimlerine karşı bir dizi
yaptırım kabul etti. Bazı üye devletler ile AB Dış İlişkiler ve Güvenlik
Politikası Yüksek Temsilcisi’nin Türkiye’yle daha ileri düzey gerginliği önleme
çabalarının yanı sıra, ticaretin kolaylaştırılması, Gümrük Birliği’nin
modernizasyonu, üst düzey diyalog ve taraflar arasında yeniden yakınlaşma
sağlamayı amaçlayan Pozitif Gündem arayışlarının etkisi sınırlı kaldı ve Türkiye-AB
ilişkilerini yeniden daha olumlu, güvenilir ve işbirlikçi bir yola sevk
edilemedi.

Daha yakın dönemde Rusya’nın Ukrayna’yı işgali Avrupa
güvenliği ve devletlerarası ilişkilerin temellerini sarstı. Soğuk Savaş sonrası
dünyada çok boyutlu güvenlik tehditleri ile tanımlanan Avrupa güvenlik düzenine
ilişkin değerlendirmeler, bağımsız ve egemen bir ülkenin ve halkının hayatta
kalmasına yönelik temel bir tehdide ve dolayısıyla kurallara dayalı
uluslararası sisteme yönelik tehdide karşı ortak savunma ihtiyacına odaklandı. Bu
olağanüstü koşullar altında NATO aracılığıyla yürütülen ortak savunma taahhüdü
kritik bir önem kazanırken, Ukrayna, Moldova ve Gürcistan, kısa sürede
gerçekleşmesi mümkün gözükmeyen NATO üyeliğinin yanı sıra AB üyeliğine de başvurdular.
Bu süreç AB’de genişleme tartışmalarını yeniden alevlendirirken, Fransa Cumhurbaşkanı
Emmanuel Macron’un Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) oluşturulma önerisi, Rusya ve
Belarus’u saldırganlığa karşı sembolik bir meydan okuma eylemi olarak dışarıda
bırakarak, geniş Avrupa coğrafyasındaki tüm ülkeleri bir araya getirmeyi amaçlıyordu.

Hem NATO üyesi hem de Rusya ile Ukrayna arasında tarafsız
arabulucu olarak konumu, Türkiye’yi değişen Avrupa güvenlik denkleminde kritik
aktörlerden biri haline getirdi. Türkiye’nin Rusya’ya karşı yaptırım rejimine katılmaması
ABD ve AB’de kaşları kaldırdıysa da, Karadeniz’de Rusya ve Ukrayna’ya sınır
olan jeostratejik konumu, Ukrayna’nın savaş çabalarına verdiği destek ve Tahıl
Anlaşması örneğinde olduğu gibi taraflar arasında arabuluculuk yapma çabaları
Türkiye’ye karşı belirli ölçüde bir anlayış sergilenmesini de sağladı. Bununla
birlikte AB, özellikle Gümrük Birliği çerçevesinde çift kullanımlı (dual use)
özelliği taşıyan malların serbest dolaşımına ilişkin AB yaptırımlarını baltalayabileceğinden, Türkiye’nin Rusya ile artan ticaretine ilişkin
endişelerini belirtmekten geri durmadı. Bu nedenle, ekonomik ve ticari
önceliklere dayalı ve sadece çıkarlar üzerinden ilerleyen bir ilişki modeli siyasi
farklılıklar, artan anlaşmazlık ve güvensizlik ile daha yakın ilişki kuramama
ve işbirliği yapamama nedeniyle her an kayalara çarpabilir.

Mevcut koşullar altında, Rusya ile Batı arasında artan
sıkıntılardan, yaklaşan rekabetten ve ABD ile Çin arasındaki jeopolitik
çıkarlar üzerindeki çatışmadan kaynaklanan zorlukların ve çeşitli konvansiyonel,
nükleer ve hibrit tehditlerin Türkiye ile AB arasında daha yakın koordinasyon
ve işbirliğini gerektirdiği akla yatkın bir argümandır. Sonuçta, Türkiye bir
NATO ülkesi, AB’ye katılmaya aday ülke ve Birliğin Gümrük Birliği ortağı.
Türkiye’nin Prag’daki AST Zirvesi’ne katılımı, Rusya karşıtı cepheye dahil
olması nedeniyle önemliydi. Fakat Rusya ile artan ilişkileri Türkiye-AB
işbirliğini tehlikeye atabilir ve Türkiye’nin dış politika öncelikleri ile ulusal
çıkar hesaplarını değiştirebilir. Bu ortamda, Türkiye ile AB arasındaki diyalog
ve angajman düzeyinin düşük olduğu göz önüne alındığında, taraflar ortak
tehditlere karşı daha fazla işbirliği ve koordinasyon için elverişli koşulları
nasıl oluşturabilirler?

Türkiye ve AB, Rus saldırganlığını caydırmak da dahil olmak
ve fakat bununla sınırlı olmamak üzere, çok sayıda ortak paydaya sahip. Örneğin
hem NATO içinde hem de AB güvenlik ve savunma politikası ve PESCO çerçevesi ile
ilgili savunma ve güvenlik işbirliğinin artırılmasına ek olarak, dışişleri bakanları
düzeyinde üst düzey diyalog toplantıları ve düzenli Türkiye-AB zirveleri
başlatılabilir. Türkiye ve AB arasındaki işbirliği enerji güvenliği,
dezenformasyonla mücadele ve yeşil dönüşüm gibi kritik alanlarda yoğunlaştırılabilir.
Türkiye’nin Avrupa Yeşil Mutabakatı ile uyumunu kısmen sürdürmeyi amaçlayan
Türkiye Yatırım Forumu’nun başlatılması bunun bir örneği. Türkiye ayrıca,
yenilenebilir enerji kaynaklarına ve yeşil hidrojen üretmeye yönelik olumlu tutumu ile AB’nin yeşil enerjiye
geçiş çabalarına katkıda bulunabilir.

Türkiye ile AB arasında daha yakın işbirliği ve
diyalog, Doğu Akdeniz’i hidrokarbonlar üzerindeki çatışmaların kuşattığı bir
bölge olmaktan çıkarıp, yenilenebilir enerji kaynakları üzerinde işbirliği örneği
teşkil edecek bir bölgeye doğru evrilen bir paradigma değişikliğini hataya
geçirebilir. Bununla birlikte, Kıbrıs konusundaki ayrışan duruşlar ile Ege konusundaki
Türk-Yunan anlaşmazlığı daha yakın işbirliğinin önündeki en önemli engeller. Çeşitli
AB belgelerinde ve Konsey kararlarında, Türkiye’nin eylemlerini “yasadışı ve
iyi komşuluk ilişkilerine aykırı” olarak nitelendiren, Türkiye’nin tutumuna
karşı kararlı bir duruşa ilişkin ifadeleri okumak mümkün. Nitekim, Avrupa
Komisyonu Türkiye ile ilgili son raporunda, Türkiye’nin tüm üye devletlerin
egemenliği ve toprak bütünlüğü ile uluslararası hukuka tam olarak saygı
göstermesi, Doğu Akdeniz’deki gerilimleri azaltmak ve iyi komşuluk ilişkilerini
teşvik etmek için adımlar atması gerektiğini belirtti. Bu çerçevenin önümüzdeki dönemde Türkiye-AB
ilişkilerinin gelişim yönünü belirleyeceğine kuşku yok.

Öte yandan, Türkiye’nin AB’nin dış ve güvenlik
politikası açıklamalarına %7’lik çok düşük bir uyum oranına sahip olduğu görülüyor. Elbette katılım sürecini
dondurulmuş halde tutarken Türkiye’nin AB ortak politika ve açıklamalarına uyum
sağlamasını beklemek etkili bir strateji değil. AB reformlarından sapması nedeniyle
katılım sürecinin başarısızlığından kısmen Türkiye suçlanıyorsa da 2006 yılında
Kıbrıs sorunuyla bağlantılı olarak sekiz faslı askıya alan ve daha sonra üye devlet
vetoları nedeniyle başka fasılları açamayan AB’dir. Bu nedenle, gerçek bir uzlaşma
ve daha yakın işbirliği ancak Kıbrıs anlaşmazlığını çözmek için yeni bir çabaya
ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki ikili sorunlar konusunda daha fazla birlikte
hareket etmeye bağlı olacaktır. Kıbrıs sorunu ortadan kalkmadan, AB ve
Türkiye’nin güvenlik konularında işbirliği yapması, ikili ilişkileri
yoğunlaştırmaları, Türkiye’nin Tek Pazar’a entegrasyonunu hızlandırmaları ve
Doğu Akdeniz’deki işbirliğini geliştirmeleri zor olacaktır.

Bu ortamda tam üyelik beklentisi, AB üyelerinin mevcut
tutumları çerçevesinde en makul alternatif olmasa da, Türkiye-AB ilişkilerini
düzenlemek ve Türkiye’yi Avrupa güvenlik düzenine daha fazla entegre etmek için
hala en etkili çerçeve gibi görünmektedir.

Çiğdem Nas Türkiye-AB ilişkileri konusunda uzmanlaşmış bir STK olan İktisadi Kalkınma Vakfının (İKV) Genel Sekreteri ve uluslararası ilişkiler alanında doçenttir.  Yıldız Teknik Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesidir. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi bölümünü 1988 yılında bitirdikten sonra, Londra Ekonomi Ve Siyaset Bilimi Okulu’nda (London School of Economics and Political Science-LSE) Avrupa sosyal politikası alanında yüksek lisansını tamamlamıştır. 1992-94 yılları arasında İstanbul Sanayi Odasında uzman yardımcısı olarak çalışmıştır. 1994-2007 yılları arasında Marmara Üniversitesi Avrupa Topluluğu Enstitüsü’nde AB Siyaseti ve Uluslararası İlişkiler bölümünde araştırma görevlisi ve öğretim üyesi olarak çalışmıştır. “Avrupa Azınlık Hakları Rejimi” konulu doktora sonrasında, aynı üniversitede yardımcı doçent olarak çalışmaya devam eden Nas, 2007 yılında Doçent olmuş ve Yıldız Teknik Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştır. Avrupa Birliği ve Türkiye-AB ilişkileri alanında çeşitli kitap ve makaleleri bulunmaktadır.   Bu alanda editör ve yazar olarak yer aldığı iki kitabı Routledge tarafından yayımlanmıştır: Turkey and the EU: Processes of Europeanization (Türkiye ve AB: Avrupalılaşma Süreçleri) ve Turkey and EU Integration: Achievements and Obstacles (Türkiye ve AB: Başarılar ve Engeller). Türkiye AB Çalışmaları için Üniversiteler Birliği (TUNAECS), Türkiye Avrupa Çalışmaları Akademik Ağı (A-NEST), AB Türkiye Delegasyonu Avrupa Takımı, Jean Monnet Bursiyerleri Derneği, Global İlişkiler Forumu ve Uluslararası Siyaset Bilimi Derneği (IPSA) üyesidir.  


Bu yazıya atıf için:  Çiğdem Nas, “Türkiye-AB: Çatışmaların Hüküm Sürdüğü Dünyada Ortak Zorluklar ve Çıkarlar” Panorama, Çevrimiçi Yayın, 13 Aralık 2022, https://www.uikpanorama.com/blog/2022/12/13/cn/

Bu görüş yazısı, ‘Foreign Policy for the 21st Century; Peaceful, Equitable, and Dynamic Turkey’ başlıklı proje kapsamında Heinrich Böll Stiftung Derneği Türkiye Temsilciliği tarafından Uluslararası İlişkiler Konseyi ve Global Akademiye sağlanan destek çerçevesinde hazırlanmıştır.


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.