Uçurumun Eşiğindeki Rusya: Putinizm Üzerindeki Vekalet Savaşları – Fatih Ceylan


21 Şubat 2023’te Rusya Federal Meclisi’ne hitaben
yaptığı konuşmada Putin, geçen yıl Şubat ayında Ukrayna’ya karşı başlattığı
‘özel askeri operasyonun’ öncesinde ve sonrasında sıkça kullandığı nükleer
kartı yeniden sahneye sürdü. Bu kere Putin’in hedefinde ABD ile Rusya arasında 2010
yılında imzalanan Yeni START Antlaşması vardı. Putin, iki ülke arasında stratejik nükleer
savaş başlıklarının sayısını kısıtlayan Antlaşmayı askıya aldığını ve karada
konuşlu yeni stratejik sistemlerin muharip görevler için hazır hale getirildiklerini
açıkladı. Mevcut durumda nükleer silahların kontrolü alanındaki tek antlaşma
olan Yeni START’ın Rusya tarafından askıya alınması küresel silahların kontrolünü
ve silahsızlanma mimarisinin geleceğini daha da belirsiz kıldı.  

Putin’in açıklamasında dikkat çeken diğer bir husus, ABD’nin nükleer
silah denemelerine başlaması halinde Rusya’nın buna karşılık vereceği, bu
bağlamda ‘küresel stratejik eşitliğin’ tahrip edilmesine olanak tanımayacağı
yolundaki ifadeydi.

Rusya’nın Batı’dan kaynaklı varoluşsal bir
tehditle karşı karşıya bulunduğunu yineleyen Putin, bu tehdidi sadece güvenlik
alanıyla sınırlı tutmayıp, Rusya’nın ‘manevi/ruhani’ değerlerine dönük bir
saldırı olarak da tanımladı. Kısacası, Putin’e göre Rusya her yönden Batı’nın
saldırısı altındaydı. Bu bağlamda, Rusya’nın 2009 yılı sonrası ilan ettiği, en
son Temmuz 2021’de güncellenen güvenlik stratejilerinde somut izdüşümleri açıkça görülen ‘Avrupa-Asya
(Avrasya)’ yanlısı Rus yönetici sınıfının zihinsel dünyasının kodları bir kez
daha teyit edildi.

Esasen Putin’in son olarak dile getirdikleri,
‘yerel bir çatışma’ olarak nitelediği Ukrayna’da başlattığı savaşa giden
süreçte kendisinin ve yakın çevresinin 2021 yılı boyunca sergilemekten
sakınmadıkları açık beyan ve tutumlarıyla örtüşen, dolayısıyla herhangi yeni
bir husus içermeyen söylemden ibaretti. Ukrayna yönetimini ve halkını
aşağılayan şu ifade aslında Temmuz 2021’de Ukrayna üzerine yayımladığı uzun makalesinin özünü yansıtıyordu: “Ukrayna halkı, Kiev
rejimi ile Ukrayna’yı siyasi, askeri ve ekonomik anlamda işgal eden mevcut
rejimin Batı’daki ağababalarının rehinesi haline gelmiştir. Bugün Ukrayna
rejimi özünde kendi ulusal çıkarlarına değil, üçüncü ülkelerin çıkarlarına
hizmet etmektedir.”
Mevcut güç dengeleri dikkate alındığında, siyaset
kurumundakileri de kapsayan çeşitli düzeylerdeki yöneticileriyle, düşünürleriyle,
bilim insanlarıyla, meslek erbabıyla, bünyesinde Rusça veya başka bir dil
konuşan toplum kesimleri bulunsa da kendine özgü geçmişi, benliği ve kültürüyle
bir başka ülke halkını bu denli küçümseyen, hatta yok sayan çarpık bir
anlayışın 21. yüzyılda kendisine yer edinmesini ve sahada başarı sağlamasını beklemek
gerçekliğin sınırlarını zorlamak olur.

Türkiye dahil Batı ülkelerindeki kimi çevrelerin
Ukrayna’da bir ‘vekâlet savaşı’ yürütüldüğü tezine bizzat Putin son yaptığı
çıkışla meydan okudu. Putin’e göre Ukrayna’da bir yıldır süren savaş, Batı’nın küresel
bir cepheleşme safhasına sürüklediği ‘yerel bir çatışmadır’. Diğer yandan Putin,
Avrupa güvenliğini doğrudan sarsan bu ‘yerel çatışma’yı Rusya’ya yönelik
güvenlik-kültür-ilahi-dinsel bileşkeleri de bulunan ‘varoluşsal bir tehdidin’
parçası olarak görerek kendi içinde çelişkili bir bakış açısının altına yeniden
imza atmaktadır. Putin’in Ukrayna’da başlattığı savaş, uzak ve yakın tarihte örneklerine
Rusya dışında da sıkça tanık olduğumuz emperyal bir dürtünün eseridir.

Rusya’nın bu hamlesi karşısında uluslararası
toplumun aktörlerinin seyirci kalmasını beklemek veya bu adımı örneğin ABD’nin geçmişte
Vietnam’da, 2. Körfez Savaşı’nda, Latin Amerika ülkelerinde kendi hatalı eylemleri
dolayısıyla günah çıkartacak yönde kabullenmelerini ummak romantik bazı
duyguların dışa vurumundan ibarettir.

Nitekim, geçen yıl Şubat ayından bu yana genel
anlamıyla Batı dünyası harekete geçmiş, kendi bünyesindeki birliği pekiştirmiş,
Rusya’ya karşı sert önlemlere başvurmuş ve Rus işgaline karşı direnen
Ukrayna’ya askeri ve maddi yardımlarını bariz ölçülerde arttırmıştır. Arkasında
görüş farklılıkları ve bir dizi tartışma barındırmakla birlikte son olarak Ukrayna’ya
Batı menşeili ağır silahlar (Leopard/Abrams tankları ve daha uzun menzilli silah sistemleri gibi) vermeyi
kararlaştırmıştır. Sırada, Ukrayna’nın talep ettiği F16 uçaklarının tedariki
bulunmaktadır.

Mevcut tabloda, savaşın ilk aşamalarda yapılan tahminleri doğrularcasına daha uzun süre küresel gündemi
meşgul edeceği görülmektedir. Putin’in tanımıyla uzun soluklu bu ‘yerel
çatışma’nın küresel boyutları ele alındığında karşımıza sadece ABD, NATO ve AB
gibi aktörler değil, ABD’nin ana rakip olarak gördüğü Çin de çıkmaktadır.

Batılı çevrelerde bugün itibariyle baskın olan
görüş, Ukrayna’daki savaştan Rusya’nın zayıflamış bir halde çıkacak olduğudur.  Nihai hedefi,  süreci nükleer
bir ‘kabus senaryosuna’ sürüklemeden, elinde nükleer silahlar bulunan Rusya’yı ‘akran
bir rakip’ olmaktan çıkarıp, ‘akran olmayan bir alt ligdeki bölgesel bir
aktöre’ dönüştürmenin oluşturduğu öne sürülebilir. Koşulları ve olası sonuçları
henüz belirsizliklerle dolu olsa da Ukrayna’daki savaşın önümüzdeki dönemde son
bulmasının ertesinde esas ‘vekâlet mücadelesinin’ ABD ile Çin arasında Rusya
üzerine odaklanması beklenmelidir. Güç mücadelesine sahne olacak diğer bir
aktörün ise, Hint-Pasifik bölgesi ve küresel düzlemde önemli bir ağırlık
kazanan Hindistan olması öngörülebilir. Hindistan’ın da mevcut ortamda,
Ukrayna’daki savaş bağlamında Çin’den çok farklı olmayan bir çizgi izlediği
gözlenmektedir.

Geçen yıl savaş başladığında Çin’in ne tam
anlamıyla Rusya’nın yanında durduğu ne de Rusya’yı karşısına alacak bir yola
saptığı gözlenmiştir. Özünde Çin, Rusya’nın Ukrayna’da yürüttüğü savaşın
kendisini ve küresel düzeni olumsuz yönde etkileyen sonuçlarından rahatsızdır. Bu
rahatsızlığını Rusya bağlantılı konularda BM Genel Kurulu’nda alınan kararlarda
çekimser kalmakla ortaya koymaktadır. Putin ‘nükleer kartı’ her ileri sürdüğünde
Çin üst düzey yetkililerinin ortalığı yatıştırmaya dönük dozu ayarlı tepkiler gösterdikleri
de bir olgudur.

Çin Komünist Partisi (ÇKP) Merkez Komitesi Siyasi Bürosu
üyesi ve ÇKP Merkez Komitesi Dışişleri Komisyonu Ofisi Direktörü Wang Yi’nin 17-19
Şubat 2023’te düzenlenen 59. Münih Güvenlik Konferansı vesilesiyle gerçekleştirdiği Avrupa turunda Fransız, İtalyan,
Alman, Macaristan ve Rus karşıtlarıyla yaptığı temaslar dikkat çekici yönler
içermiştir.

Wang Yi, Avrupa’da yaptığı temaslarda, Ukrayna’da süren savaş karşısında Çin’in ‘nesnel ve
tarafsız bir tutum sergilediği ve barış görüşmelerini teşvik etmeye bağlı
bulunduğu’ görüşünü dillendirmiş ve Çin’in Avrupa ülkeleriyle işbirliği halinde
Ukrayna’da öncelikle ateşkesin sağlanması, bilahare erken bir tarihte çatışmanın
son bulması yolunda çalışacağını açıklamıştır. Münih’te Ukrayna Dışişleri
Bakanı Kuleba ile ikili temas
gerçekleştiren Wang Yi, Kiev’e gitmemiş, buna karşılık Ukrayna işgalinin
birinci yıldönümüne denk gelen bir tarihte Moskova’yı ziyaret etmiştir.   Bu ziyarette iki ülke arasında ‘sınır tanımayan’ ortaklığın
daha da ilerletileceği açıklanmıştır.

Wang Yi’nin, Münih Güvenlik Konferansı sırasında Çin’in
Ukrayna’daki krize siyasi bir çözüm bulmayı hedefleyecek bir belgeyi kısa
bir süre içinde gündeme getireceğini bildirmesinin akabinde, Çin Dışişleri
Bakanlığı Rus işgalinin başladığı gün olan 24 Şubat’ta ‘Ukrayna Krizinin Siyasi
Çözümü Üzerine Çin’in Tutumu’ başlıklı bir açıklama
yapmıştır. On iki maddeden oluşan açıklamada, açıkça telaffuz edilmese de
Rusya’nın tetiklediği Ukrayna krizinin barışçıl yoldan çözümüne dair Çin
önerileri sıralanmaktadır. Öneriler bir bütün olarak değerlendirildiğinde hem
Batı dünyasına hem Rusya’ya yönelik eleştirel bir bakış açısının metne hâkim
olduğu görülmektedir.

İlk maddede BM Şartına atıfla ülkelerin egemenlikleri, bağımsızlıkları
ve toprak bütünlüklerinin korunması ilkesi ile uluslararası ilişkilerin temel
normlarına yapılan gönderme Rusya’yı herhalde memnun edecek bir yazım tercihi
değildir. Keza, açıklamanın sekizinci maddesinde nükleer silahların kullanılmaması,
nükleer savaşların yapılmaması ve nükleer silah kullanımına ve tehdidine karşı
durulması gereğinin kuvvetli ifadelerle yer alması, savaşın başından bugüne
‘nükleer kartı’ sıkça kullanan Putin’e verilen açık bir mesajdır.

Avrupa güvenlik mimarisi ile Avrasya kıtasının barış ve istikrarına
atıf yapılan ikinci maddede, bloklara dayalı Soğuk Savaş zihniyetinin terk
edilmesine yapılan göndermeyle de başta ABD olmak üzere Batı dünyasına çağrıda
bulunulmaktadır.

Sanayi ve tedarik zincirlerinin istikrarının sürdürülmesine
ayrılan on birinci maddede, mevcut ekonomik sistemin sürdürülmesi, dünya
ekonomisinin siyasi amaçlar için araçsallaştırılmaması, enerji, finans, gıda ve
ulaşım sektörlerinde uluslararası iş birliğinin bozulmasının engellenmesi gibi
unsurların sıralanması Çin’in küresel ekonomiye yaklaşımının özünü yansıtması
bakımından önemlidir. Bu ifadeler Çin’in, mevcut küresel ekonominin bozguncusu
değil, etkin bir paydaşı olmayı yeğlediğini ortaya koyar niteliktedir.

Ukrayna’daki çatışmaların üzerinden bir yıl geçtikten
sonra, Çin’in süregiden savaşa son vermeyi amaçlayan 24 Şubat tarihli tutum
açıklaması bu ülkenin, bir yandan Batıya karşı rekabetinde yanında tuttuğu
stratejik ortağı Rusya’yı ürkütmeyecek, diğer yandan Batı dünyasını da kapsayan
çok taraflı bir çerçevede mevcut krize siyasi çözüm getirmek suretiyle barış
üretmek yolunda bir role soyunduğuna işaret etmektedir.

Çin’in, krizin çözümünde Rusya üzerindeki etkisini ne
derecede kullanacağı, ilan ettiği tutum açıklamasının uygulanmasında başarı
sağlayıp sağlayamayacağı yakından izlenmelidir. Barışı tesis etmeye dönük
önerilerinin sahaya yansıtılmasında Çin’in mevcut güçler dengesi tahtında,
Batının da bir şekilde desteğini alması gerekecektir. Çin tutumunun
açıklanmasından sonra özellikle ABD’den gelen sinyallerin olumlu olmadığı
görülmektedir. Dolayısıyla, Batı’nın bu aşamada Çin önerilerine mesafe koyduğu
gözlenmektedir. Buna karşılık Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski’nin, Çin’in önerilerine daha toleranslı baktığı, bu çerçevede
savaşın sonlandırılmasına Çin’in ilgi duymasının kötü olmadığı ve Rusya’nın
tecrit edilmesinde yarar sağlayabileceği yolundaki ifadeleri dikkat
çekmektedir.

Ortaya attığı önerilerin karşılaşmakta olduğu direnç
saklı kalmak kaydıyla Çin’in, önerilerini geniş uluslararası çerçevede kabul
ettirmekte ilerleme sağlayıp, netameli de olsa bir barış sürecini tetiklemesi
halinde, Rusya’nın en azından BM ölçeğinde kaybettiği saygınlık, halen süren savaşın
demografik yönü dahil Rus ekonomisinde ortaya çıkarmakta olduğu hasar ve olası
bir barış temettüsünün Rus siyaseti ve yönetici sınıfı üzerinde kendisine
açabileceği nüfuz alanından istifadeyle Rusya’yı kendisine daha da bağımlı
kılmaya yönelmesi şaşırtıcı olmayacaktır.

Geçen yıl başlattığı savaşla Rusya’nın, geçmişte olduğu
gibi Avrupa’nın ortasına yeniden bir ‘Demir Perde’ öremeyeceği, bu bağlamda
Avrupa-Atlantik bölgesinin göbeğinde ‘mini SSCB’ tesis edemeyeceği açığa
çıkmıştır. Rusya, atmakta olduğu her adımla denklemi orta-uzun vadede kendi
aleyhine çevirmekte, an itibariyle Ukrayna ölçeğinde bir ‘Dehşet Perdesi’ni
halihazırda defolu olduğu ortaya çıkan kendi strateji tezgahında döşemekle meşgul
olmaktadır.  Kan ve vahşetle dokunmakta
olan bu perdenin orta-uzun vadede aralanacağını ve sahneden kalkacağını
öngörmek gerekir.

Rusya’nın iç dinamiklerinin savaş ertesinde ne yöne
evrilebileceğini, devam eden savaşın ‘Putinizm’in sonunu getirip
getirmeyeceğini, Putin sonrası Rus liderliğinin bölgesel ve küresel ilişkilerde
nasıl bir strateji izleyeceğini bugünden kestirmek bu aşamada
kavramsallaştırması zor bir çerçeve oluşturuyor. Diğer yandan, ‘Dehşet Perdesi’
tamamen açılınca Rusya’nın kendisini, halen askeri anlamda ve özünde kendisinin
de tarihi ve kültürel olarak katkıda bulunduğu değerler bütünlüğüne meydan
okuduğu Batı dünyası içinde konumlandırma arayışına mı gideceğini, yoksa Batıya
karşı kullanışlı bir vasal ortak olma yolunda Çin’in ‘koruyucu kanatları’
altına mı sürükleneceğini zaman gösterecektir.     


Fatih Ceylan, Büyükelçi (E.) 
1957 Bursa doğumlu. 1979 yılında Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl Dışişleri Bakanlığına girdi. Master Derecesini Rutgers(ABD)/Princeton Üniversitelerinden aldı. İslamabad Büyükelçiliği, Deventer Başkonsolosluğu ve NATO nezdindeki Türkiye Daimi Temsilciliğinde, Brüksel Büyükelçiliğinde ve AB nezdindeki Türkiye misyonunda çalıştı. Düsseldorf’ta Başkonsolosluk, Sudan ve NATO nezdinde Büyükelçilik yaptı. Merkezdeki son görevi İkili Siyasi İlişkilerden Sorumlu Müsteşar Yardımcılığıydı. 2019 Şubat ayında emekliye ayrıldı.


Bu yazıya atıf için:  Fatih Ceylan, “Uçurumun Eşiğindeki Rusya: Putinizm Üzerindeki Vekalet Savaşları , Çevrimiçi Yayın, 14 Mart 2023, https://www.uikpanorama.com/blog/2023/03/14/fc-4/


Telif@UIKPanorama. Çevrimiçi olarak yayımlanan yazıların tüm telif hakları Panorama dergisine aittir. Aksi belirtilmediği sürece, yayımlanan yazılarda belirtilen görüşler yalnızca yazarına/yazarlarına aittir. UİK, Global Akademi, Panorama Yayın Kurulu ile editörleri ve diğer yazarları bağlamaz.